![SON DURUM SOM OTURUM: ALTINCI OTURUM:](http://temizspor.com/public/default-image/default-730x400.png )
SON DURUM SOM OTURUM: ALTINCI OTURUM: "VAHDET-İ KUSUD" VE "YÜRÜYEN BÜYÜK DOĞU: İBDA"
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla ve Selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile…
“Duayı icrada aramak şuuru” ile, “1999: Ümmetin Kurtuluş yılı…” sürecinde, yani “1999 Metrisi Kıyamı” şartlarında daim ve kaim duası duamız olsun:
“Ya Cabbar! Ya Kahhar! Ya Muntakim Allah!.. Bizi, intikamına memur et!”
Tekbir! Allahu Ekber…
Tekbir! Allahu Ekber…
Tekbir! Allahu Ekber…
“Son Durum Som Oturum” üst başlığı altındaki “Altıncı Oturum” başlığımız: “Vahdet-i Kusud” ve “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA”.
“Vahdet-i Kusud” mevzuunu derinliğine ve genişliğine doğru kritik etmeden evvel, ki bu mevzu, birkaç oturum sürebilir, “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi hakkında birkaç bir şey söyleyelim. Söyleyelim ki, “Vahdet-i Kusud” mevzuu hakkında söyleyeceklerimiz de daha bir anlamlı olsun.
Herşeyden evvel “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi kendisini yeni zaman ve mekana belirli bir ruh ve fikir sistemi olarak teklif etmektedir. Buradaki “belirlilik” ifadesi “İslama muhatap anlayış davası” mevzuunda yüce bir anlam kazanmaktadır ki bu, “İstikbal İslamındır” mutlak müjdesi ile de doğrudan ilişkilidir. Nitekim “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi, “İstikbal İslamındır” mutlak müjdesine yataklık eden bir keyfiyeti haizdir.
“İstikbal İslamındır” mutlak müjdesi, “Mehdiyyet” mevzuu ile de doğrudan ilişkili olarak, bizzat Allah Azze ve Celle tarafından “Ahir Zaman Ümmeti”nin şahsında Allah Resûlü’ne bahş edilmiş veya müjdelenmiş bir “mutlak hakikat”tir. Bilindiği üzere, bir “Ahir Zaman” mevzuu olarak “Mehdiyyet”, kıyamet öncesi zaman diliminde İslamın topyekün “dünya hakimiyeti”ni de müjdelemektedir. Evet, İslamın topyekün “dünya hakimiyeti”ni müjdeleyen “İstikbâl İslamındır” mutlak müjdesi, bizzat Allah tarafından Allah Resûlü’ne müjdelenmiş bir “mutlak hakikat”tir. Bu “mutlak hakikat”, “mutlak fikir”in sistematik bir şekilde hayata ve tabiiki de hayatın tüm unsurlarına, diğer bir ifadeyle de “her an değişen ve gelişen eşya ve hadiselere” tatbik edilebilmesinin de “vasıta sistemi”ni bihakkın müjdelemektedir. İBDA Mimarı’nın Büyük Doğu Mimarı tarafından niçin “Müjdelerin Müjdesi” olarak karşılandığını bu çerçevede değerlendirmek sanırım çok yerinde olacaktır! Mehdî beklentisi içerisinde olan akl-ı evvel tipitipleri dışarda bırakacak olursak, “500 yıldır İslam dünyasının beklediği mütefekkir” mevzuu, “Beklenen Kahraman” mânâsını da mündemiç olarak, Hazret-i Mehdî Aleyhisselam ile de doğrudan ilişkilidir. “Şu benim yaptığımı keşke başka birisi yapsaydı da bende ona tabi olsaydım” sözünün sahibi İBDA Mimarı, herkesin ve de her kesimin gözünün içine baka baka bizatihi kendisini “Fikir Kahramanı” olarak takdim ederlerken, havaya bakıp da ıslık çalanlara ne demeli, doğrusu bilemedim!
Evet, çöplükte yaşamaya alışmış Çingene sürüsü halihazırda çöplükte yaşamaya devam etmektedir. Çünkü bütün çabası, “Godo gelecek ve bizi bu çöplükten kurtaracak!” şeklindedir. Çingenelerin aksiyondan uzak bu sefil durumu veya duruşu, o gün bugündür çöplükten kurtulmalarına hiç mi hiç müspet bir katkıda bulunmamıştır. Aynı şekilde, mesela Hazret-i Mehdî Aleyhisselâm’dan beklenen sanki bir sirk gösterisi imişcesine büyük bir beklenti içerisinde olmak, üzülerek söylemek gerekir ki, daha ziyade bir Çingene psikolojisini andırmaktadır. Halbu ki, herkesin emeğini gerekli kılan veya kılacak olan “belirli bir ruh ve fikir sistemi veya duygu ve düşünce sistemi”, Mehdiyyet mevzuunda olmazsa olmazdır. Bundan dolayıdır ki, “Nuh’un Gemisi”nden mülhem “Kurtuluş Gemisi” mânâsını mündemiç “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi, kendisini hayata sistematik bir şekilde tatbik edecek veya edebilecek keyfiyeti haiz “Aydınlar Aristokrasisi”ne yol ve yön verecek “Yüceler Kurultayı” namzedi tafya veya kadroyu beklemektedir. Halihazırda Mehdî beklentisi içerisinde olanları yine de hiç mi hiç üzmek istemem ama, kanaatimce “Mutlak tevhid mümkün değildir” terkibi hükmü ve “Ben Kimim?” istifhamı eşliğinde “Beklenen Kahraman”, çoktan gelmiş ve geçmiştir. Halihazırda işleyen süreç, “ağaç” ve “tohum” diyalektiği çerçevesinde sabit bir “nokta”nın “orman keyfiyeti”nde görünmesine eş bir noktada düğümlenen “Beklenen Sensin” terkibi hükmünde saklı olsa gerektir. İBDA Mimarı’nın “Aydınlık Savaşçıları” isimli eserinden takip edelim:
“sen! anadolunun sahibi
sen! Beklenen
sen! Kurtulacak
ve kurtaracak olan
duy milyonlarca hasretin sesini
sen eryürek nasipli
beklenen sensin
özlenen sensin
gözlenen sen...”
Evet, “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi, “İstikbal İslamındır” mutlak müjdesine yataklık eden bir keyfiyeti haizdir ve bundan dolayıdır ki, “Mehdiyyet” manasını da mündemiçtir. “Surat tanımanın adam tanımak olmadığı”nı söyleyen İBDA Mimarı, Mehdî’nin gelip gelmemesinden ziyade, görülüp görülmemesi meselesine de hassaten işaret etmişlerdir. Demek ki, her şeyden evvel ve acil olarak dünden bugüne kafalarda yer etmiş klişeleşmiş yerleşik Mehdî beklentisi anlayışından kurtulmak gerekiyor. “İslama muhatap anlayış davasının yenilenmesi” mevzuunun “Mehdiyyet” mevzuu üzerine bina edildiği kimin umurunda? “Hakikat arayıcılığı”nda İslam tasavvufu ve Felsefeyi birer isim olmaktan çıkartıp Hikemiyat binası sakini yapmak bir yana, Ülema ve Umera’nın cem edildiği “Aydınlar Aristokrasisi” sınıfı veya kadrosu kime ne söyler? “Çağından mesul insan” keyfiyetinde görünmek borcu altında ve “kendi eliyle dünyayı kendine zindan eden veya edecek olan” akıncı aydın sınıf nerede? Dün nasıl ki “Edille-i Şerriyye”, yani Şeriat’ın yapı taşları halinde beliren Kur’ân, Sünnet, İcma ve Kıyas çerçevesinde şekillenen ve itikad ve amelde mezheplerin doğumuna yataklık eden dini ilimler, yani Hadîs, Tefsir ve Akaid gibi ilimlerin doğumu gerçekleşti ise, yine aynı şekilde bugün, mesela İslamın batın buudu olarak anlam kazanan, dolayısıyla da “beşer zekası” üzerinden “Vahdaniyyet Düşüncesi”nin kemale erdirilmesi mevzuunda, yani “İslama Muhatap Anlayış davasının yenilenmesi” mevzuunu kendi zaman dilimlerinde resmeden olarak, mesela “Vahdet-i Kusud”, “Vahdet-i Vücud” ve “Vahdet-i Şuhud” ve en nihayet, “Vahdet-i Vücud” ve “Vahdet-i Şuhud” kanatları arasında “Vahid-i Kıyas” üzere olan “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi, tüm beşerî ilimlerin de aslına rücu edilmesini gerçekleştirecek ve yeni ilimlerin yeni bir form ve anlayışla kemale erdirilmesini sağlayacaktır. “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin aynı zamanda “ruh ve akıl sistemi” olarak tavsif edilmesinin de biricik sebebi! Özetlersek;
“Mutlak müjde”: “İstikbal İslamındır!”
“Mutlak ölçü” mealleri:
Birincisi: “Allah nurunu tamamlayacaktır. Kafirler istemeseler de...”
İkincisi: “Allah kafirleri de dinine hizmet ettirir.” Ve;
Üçüncüsü: “Ettik size bir oyun”
Yukarıda zikredilen “mutlak ölçü” mealleri, hiç şüphesiz ki, özellikle de içinde yaşadığımız yeni zaman ve mekanda fevkalade önemi haizdir. Yeri ve zamanı gelince üzerinde durmak mümkün olacaktır. Ama burada şu kadarını söylemek gerekir ki, mesela “tamamlanması gereken nur”dan kasıd nedir ve bu nur, “mutlak mana” olması hasebiyle, “manaya yataklık edecek suret” halinde, nerede ve nasıl bir formda kendisini gösterecek? Bu mevzu üzerinde yine “Vahdet-i Kusud” mevzuu çerçevesinde yeni bir oturumda üzerinde durmak mümkün olacaktır. Kısa ve öz söylemek gerekirse;
“Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi, “İstikbal İslamındır” mutlak müjdesine yataklık eden “belirli bir ruh ve fikir sistemi” olarak, kendisini 21. yüzyıl dünyası insanına teklif ve tebliğ etmiştir. İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “Kurtuluş Yolu” alt başlıklı “İBDA Diyalektiği” isimli eserinin son sahifesinde “Tebliğ” başlığı altında yer alan ve Hazret-i İsa Aleyhisselam’a atfedilen şu söz, bu mevzuun mahiyetini ele vermesi bakımından çok dikkati şayandır:
“Bizden olmayanlar bize zıttır ve toplanmayanlar dağıtır!” (3. Basım, sah: 241)
İçinde yaşadığımız yeni zaman ve mekanda tüm yaşananlar da göstermektedir ki, özellikle de son ve som büyük ve kanlı bir savaş halinde belirecek olan, yani “Melhame-i Kübra”nın ayak seslerine de işaret eden olarak, çok büyük bir “tufan” beklentisi içerisinde olunduğu ve bu tufanın “Nuh Tufanı”na denk bir tufan olarak anlam kazanacağı ve bunun da bir tür “İdrak Tufanı” şeklinde belireceği kuvvetle muhtemeldir. Değilmi ki çağımızın en büyük hastalığının adı, “İdraklerin iğdiş edilmiş olması” şeklindedir. “2023 Aksa Tufanı Harekatı” sonrası dünyadaki hareketlilik bu mevzuda çok dikkati şayandır. “Nuh’un Gemisi”ni bulabilmek adına elinde koordinat fellik fellik dolaşan dolandırıcı cehennem kütüğü “pis pis Ahbes’in çocukları” bir yana, bahse mevzu “İdrak Tufan”ından topyekün insanlığı kurtaracak olan “Kurtuluş Gemisi” nerede? Çok açık ve seçik söylemek gerekir ki, muhtemel “Son ve Som İdrak Tufanı”ndan topyekün insanlığı kurtaracak olan “Kurtuluş Gemisi”, “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminden başkası değildir. Takip edelim:
Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ın “Hâlim” isimli şiiri:
“Benim bu sahipsizler yurdunda hâlim ne mi?
İn-cin yok bir ummanda düdük çalan bir gemi...” (1982)
Sözkonusu “Gemi”nin kaptanı “Kaptan Kusto” metaforu çerçevesinde anlam kazanan İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun “İBDA” isimli şiirinden iki mısra:
“Neyi kurtarıyorsun vakit varken
Yetiş kalkan bu gemi en son çare!”
Evet, lafı daha fazla uzatmadan, “Vahdet-i Kusud” mevzuuna kısacık da olsa doğrudan bir giriş yapabiliriz. Hemen belirtmek gerekir ki, “Vahdet-i Kusud”, Tasavvuf ıstılahında üç büyük “Tevhidî ruh ve anlayış sistemi”nden biridir. Dahası, kendisinden sonra gelen tüm “Tevhidî ruh ve anlayış sistemleri”ne kök teşkil eden bir keyfiyeti haizdir. Buna rağmen dünden bugüne daha ziyade, özellikle de “Vahdet-i Vücud” ve “Vahdet-i Şuhud” ruh ve fikir sistemleri kritik edilmeye değer bulunmuştur. Çünkü iddia ve muhtevaları, “eserde derinleşmek”, yani “her şey o’dur” ve “müessirde derinleşmek”, yani “her şey O değil, O’ndandır” hükmü çerçevesinde varlığın derinliğine ve genişliğine doğru boyutunu önceleyen olduklarından, bunun bu şekil olmasını bir bakıma gerekli kılmıştır. “Vahdet-i Kusud” ise uzun uzadıya kritik edilmekten çok, daha ziyade bizzat “Zat” ile ilgili olduğundan olsa gerek, sadece varlığına işaret edilen bir “Tevhidî ruh ve anlayış sistemi” olarak kalmıştır. Çünkü “Vahdet-i Kusud”, varlığın derinliğine ve genişliğine doğru boyutlarını kritik etmekten çok, “Zıtların Birliği”ne açılan büyük kapı hâlinde, daha ziyade bizzat varlığın kendisini “Zat” düzeyinde bir problem olarak kritik etmeyi kendisine mevzu edinmiştir. “Vahdet-i Vücud” ve “Vahdet-i Şuhud” tevhidî ruh ve anlayış sistemlerinin doğumuna yataklık eden bir keyfiyette olması da bunun böyle olmasını gerektirmiştir, ayrı mesele. Denilebilir ki “Vahdet-i Kusud”, “Vahdet-i Vücud” ve “Vahdet-i Şuhud” başta olmak üzere, kendisinden sonra gelen tüm “Tevhidî ruh ve anlayış sistemleri”ne yataklık eden bir keyfiyeti haizdir ve bundan dolayı da bir nevi “Tohum” olma özelliğine de sahibtir. Evet, “Tohum” çatlamış ve toprak seviyesinde “Ağaç” formuna dönüştükten sonra en nihayet “Meyve” verme zamanı gelmiş çatmıştır. Yani “Maksad hasıl olmuş” ve adeta “Fertte toplu topluluk hakikati”nde saklı “Cemiyet nizamı”nın doğumuna vesile olacak şekilde, murid murad veya tam aksi bir durum halinde, murad murid olmuştur.
Evet, Tasavvuf literatüründe “Vahdet-i Kusud” ne anlam ifade etmektedir: Ahmet Özalp isimli ilim erbabı zatın kaleminden takip edelim, (meâlen):
İslam Tasavvufunda Tevhidin bir yorum biçimi olarak anlam kazanan “Vahdet-i Kusud”, mürid veya salikin istek ve iradesinin Allah’ın istek ve iradesi ile birleştirilmesi manasınadır. Çok netameli bir alan olması hasebiyle olsa gerektir ki, mesela İslâm Şeriati ile çelişen bir tevhid ve vahdet anlayışı olarak da kritik edilen “Vahdet-i Kusud”, özellikle de “Vahdet-i Vücud” ve “Vahdet-i Şuhud” ruh ve anlayış sistemlerini benimseyen mutasavvıflar tarafından halka ait bir vahdet anlayışı olarak kabul edilmektedir. Bu mevzu, günümüz dünyasında, mesela “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin niçin teveccühe şayan olarak kabul edilmediğinin de başlıca müsebbibi olarak görülebilir. İBDA’nın “bidat” ile ilişkilendirilerek ademe veya yokluğa mahkum edilmek istenmesinin de biricik sebebi bu olsa gerektir! Halbu ki, zamanın icabı veya maksadlılığı neyi davet ediyorsa, işler ve haller de o çerçevede şekillenir. Bu arada, “Nakşi sırrıdır kavgam” mottosu üzerinden hareket eden “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemine sırtını dönen sözde müridan ahmak takımı bir yana, daha ziyade Tasavvuf düşmanı olarak arz-ı endam etmeleri ise ayrıca düşündürücü!
Not: Arapça’da “icat etmek, örneği olmaksızın yapıp ortaya koymak, inşa etmek” anlamlarına gelen “bd‘a” kökünden türeyen bid‘at, “daha önce benzeri bulunmayıp sonradan ortaya çıkan (muhdes) şey” anlamına gelir. Demek ki bidat, kelime itibarıyla sonradan ortaya çıkan şey, yenilik olup, İslam hukukuna göre örneksiz bir şey yapmak, yepyeni bir iş ortaya koymak, genel kanaate aykırı davranışta bulunmak ve daha önce benzeri olmayan bir şeyi icat etmek gibi anlamlara gelir. Hemen belirtmek gerekir ki Bid‘at biri geniş, diğeri dar kapsamlı olmak üzere iki şekilde tarif edilmiştir. Bu mevzuda bilgi edinmek isteyenler ilgili kaynak eserlere müracaat edebilirler.
Mutasavvıflara göre “Vahdet-i Kusud”, kalbte Allah’ın ilahlığını yerleştirmek, Allah dışındaki varlıkların (masiva) ilâhlık iddialarını reddetmektir. Bu tür bir “Vahdet” anlayışı, Allah’a kulluk ile Allah dışındaki varlıklara kulluktan, Allah’a duyulan sevgi ile O’nun dışındaki varlıklara sevgiden, Allah’tan korku ile diğer varlıklardan korkudan, Allah’tan istemek ve yardım beklemekle Allah dışındaki varlıklardan istemek ve beklemekten, Allah’a tevekkül ve bağlanmakla diğer varlıklara tevekkül ve bağlanmaktan geçmek; kısaca, severek ve isteyerek, özgür iradeyle Allah dışındaki varlıklardan yüz çevirmektir. Bu tür bir “Vahdet” anlayışı “la maksude illallah” (Allah’tan başka maksut yoktur) cümlesi ile özetlenmiştir.
“Vahdet-i Kusud”un yetkinliği, kalbte Allah’tan başka hiçbir şeyin kalmaması ile anlaşılır. Bu da sevgi ile bağlantılıdır. Allah sevgisi, kalbteki masiva sevgisini yakarak yok eder. Kalbteki Allah sevgisi arttıkça, insanın masiva sevgisi azalır; insanın Allah’a kulluk ve bağlılığı, diğer varlıklara karşı da bağımsızlık ve özgürlüğü artar. Tam da bu noktada “Allah için sevmek ve Allah için buğz etmek” temel şiarını hatırlamak ve hatırlatmak lazım gelir! Özellikle de, mesela Osmanlı Devleti sonrası sürecin üzerine bina edildiği “Cem-i Ezdad” manasının taraflarından biri hâlinde, Esseyyid Abdülhakim Arvasî Hazretleri’nin, “Hiçbir amelime güvenmiyorum, lâkin Allah Teala’nın düşmanlarına düşmanlığım var” sözü hatırlanmalı! Bu arada şunu da söylemek gerekir ki, Efendi Hazretleri’nin daimi zikirleri arasında “Ahbes’e lanet!” zikri var. Yakın çevresi tarafından dile getirildiği üzere, mealen, Eyüp Camii’nden Kaşgari Dergahı’na çıkana kadar ki daimi zikirleri, “Ahbes’e lanet!” şeklinde idi!
Çok açıktır ki, “Vahdet”in bu anlayış biçiminde, yani “Vahdet-i Kusud” ruh ve anlayış sisteminde ilkin bir “İrade Birliği” sözkonusudur. Ancak, buradaki “İrade Birliğ”nden kasıd, insan iradesi ile Allah’ın iradesinin bir ve bütün olması manasında değildir. “Vahdet-i Kusud” tevhidî ruh ve anlayış sisteminde insan, iradesini Allah’ın iradesinde yok etmiştir. Burada insan kendinden geçme durumunda da değildir, yani uyanıktır ve her şeyi kendi gerçekliği içinde değerlendirmeye devam etmektedir. Kısa ve öz söylemek gerekirse, “belirli bir ruh ve anlayış sistemi” olarak anlam kazanan “Vahdet-i Kusud”, mesela “Ruh, Beden Ve Kâinat” veya “Allah, İnsan ve Âlem” bahsinde, “Niyet, İdrak ve İrade Birliği”ni gerçekleştirmek adına, “Sistem Şuuru ve Sistemin Şuuru” ile hareket eden insanların “Niyet, İdrak ve İrade Birliği”ne imkan veren bir noktada durmaktadır. Bu durum, “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminde İdeolocya kavramına yüklenen mana ile de pek uyumlu görünmektedir. İBDA Mimarı, alt başlığı “İntibâ ve İlhâm” olan “Necip Fazıl’la Başbaşa” isimli eserinde, -ki bu eser hakkında Üstad Necip Fazıl, “Hakkımda yazılmış tek harika kitap” sözünü söylemiştir-, İdeolocya kavramı şu şekil tarif edilmektedir: “Fert ve toplum arası inanılan ve bağlanılan fikirler manzumesi… Ferdin ve toplumun inşaındaki bütün esasları veren fikirler manzumesi…” (age, 2. Basım, sh. 94) Demek ki, “İdeoloji” denilen mefhum, “ilmi ile amil olmak” mânâsını mündemiç olarak, “bir insanın inandığıyla yaptığı iş ve eser arasındaki uyum” olarak da anlam kazanmaktadır ki bu, “Vahdet-i Kusud” tevhidî ruh ve anlayış sistemi ile de pek uyumlu görünmektedir.
Demişlerdir ki, “Vahdet-i Şühûd” ferdî, “Vahdet-i Kusûd” ise, içtimaîdir. Demek ki, “kendinde seyir” olarak anlam kazanan “Vahdet-i Şühûd” ferde, yani nefse ait bir alandır. “Niyet ve kasd” üzerinden hareket eden “Vahdet-i Kusud” ise, temelde “gaye ve irade birliği” üzerinde yoğunlaşan bir alan olarak anlam kazanmaktadır. Denilebilir ki, içtimaî hayatta “Niyet, İdrak ve İrade Birliği”ni sağlayacak olan yegane şey, “Vahdet-i Kusûd” tevhidî ruh ve anlayış sistemi üzerinden daha bir mümkün görünmektedir. Bu noktada içtimaî hayatın tevhid ilkesinin “Adalet” olarak belirmesi ise çok dikkati şayandır. Adalet, her şeyden evvel adil bir “tevhidî ruh ve fikir sistemi”ni davet etmektedir. Hazret-i İsa Aleyhisselam’a atfedilen, mesela Muharref İncil’de (Matta 22: 21) yer alan, “Öyleyse Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin” sözünü hatırlamanın ve de hatırlatmanın tam yeri! İBDA Mimarı’nın 16 yıl kesiksiz bir şekilde Telegram işkencesine tabi tutulduktan sonra yeniden yargılanıp beraat ettirilmesinin ardından 2014 yılının Kasım ayında “Haliç Kongre Merkezi”nde vermiş oldukları “Adalet Mutlak’a” isimli Konferans, çok ama çok iyi bir şekilde kritik edilmelidir. Alt başlığı “Yaşanmaya değer hayat için…” olan konferansın ana temasının özeti, İBDA Mimarı’nın şu sözünde saklı olsa gerektir: “Yeni dünya düzeni kurulacaksa bizde diyoruz ki buradan başlasın!”
Evet, “Yeni dünya düzeni kurulacaksa bizde diyoruz ki buradan başlasın!”
Mevzuumuzla ilintili olarak bu sözün açılımına dair söyleyeceklerimizi bir sonraki oturum veya sunuma bırakalım ve bu oturumu burada sonlandıralım. Surç-i lisan ettiysek affola!
Hoşça kalın ve Allah’ aemanet olun!
Osman Temiz
16 Temmuz 2024, Eyüp Sultan, Rami / İstanbul