Karanlık Mod
Image
Logo
Futbol Asla Sadece Futbol Değildir

Futbol Asla Sadece Futbol Değildir

Dünyada futbol hakkında yazılan kitapların sayısı henüz tam olarak belli değildir. Yabancı dillerden yapılan tercümelerle beraber Türkiye’de Futbolla ilgili kitap sayısı yaklaşık 200 civarındadır. Yabancı dillerden Türkçeye tercüme edilen kitaplardan birisi de, ucuz tarafından da olsa, bir tür “seyahatnâme” –futbol seyahatnâmesi!- de diyebileceğimiz, “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir”, isimli kitaptır. Yazarının dediğine göre kitap, dokuz ay içinde tam 22 ülke dolaşılarak hazırlanmış.

 

Orijinal adı “Football Against the Enemy” olan ve Türkçeye “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” şeklinde tercüme edilen kitap, kendisi bir Yahudi olan Simon Kuper tarafından 1994 yılında İngilizce olarak kaleme alınmış, Sinan Gürtunca tarafından ise tercüme edilerek, 1996 yılında Sabah Kitapları tarafından yayınlanmıştır. Önsözü Milli Takımlar Antrenörü Fatih Terim tarafından yazılan kitabın Türkçe tercümesi, toplam 216 sahifeden ibarettir. İyi denilebilecek bir tercüme yapılarak hazırlanan kitabın yeni bir şey söylediği ise pek iddia edilemez. Fakat, tevatüren bilinenlerin kayıt altına alınması açısından yararlı bir kitap olduğu söylenebilir. Bu kitap, Tanıl Bora ve arkadaşları tarafından derleme bir kitap olarak hazırlanan ve 1993 yılında İletişim Yayınlarından çıkan “Futbol Kültürü” ile, yine 1993 yılında Milliyet Yayınları tarafından Mehmet Harmancı’ya İngilizceden Türkçeye tercüme ettirilerek piyasaya sürülen “Olimpiyatlar, Sahtekârlık ve Mafya” ve 2002 yılında Kitap Yayınevi tarafından Ali Berktay’a tercüme ettirilerek yayınlanan “Futbol A.Ş.” isimli kitap ile birlikte, “dayanışmalı fikir oluşumu” perspektifinden okunduğunda, daha yararlı bir kitap hâline gelecektir diye düşünüyorum. Masum bir oyun olarak takdim edilen futbolun arka planında dönen dolapların veya entrikaların ne/neler olduğunu daha iyi anlayabilmek ve öğrenebilmek için tabiî ki!

 

1969 Uganda doğumlu olduğunu, fakat hayatının büyük bir kısmını Hollanda, Almanya, Amerika ve İngiltere’de geçirdiğini söyleyen Kuper, yine kendi söylediğine göre, çeşitli gazetelerde ve dergilerde futbolla ilgili yazılar yazmış, Oxford Üniversitesi’nde tarih ve Almanca öğrenimi gömüştür. Kitabı yazdığı dönemde ise Financial Times’ta çalışıyordu. Yazdığı kitabı 19 bölüm/başlık altında toplayan Kuper, söz konusu olan bu kitabı “futbolun dünyadaki yeri”ni tespit etmek için yazdığını söyler. Futbolun dünyadaki yerini tespit etmek için değil de, bataklığa düşmüş bütün bir insanlığın bu bataklıktan nasıl ve KİM tarafından kurtarılacağını tespit eden bir kitap yazmak için yola koyulsaydı, daha yararlı bir iş yapmış olurdu, diye düşünüyorum.

 

“Bir oyun milyarlarca insan için önemli olduğu takdirde sadece bir oyun olmaktan çıkar”, diyen Simon Kuper, en nihayet şu hükme varıyor: “Futbol asla sadece futbol değildir. Savaşlar çıkmasına ve devrimler yapılmasına neden olur, mafyayı ve diktatörleri adeta büyüler.”[1] Sadece mafyayı ve diktatörleri mi, diğer muktedirleri de büyülediği çok açıktır. Meselâ hiç mi hiç futbol oynamadıkları ve futboldan anlamadıkları hâlde siyaset adamları ve para babaları, futbol etrafında adeta takla atmaktadırlar.

 

Doğru söylemek gerekirse, 20. yüzyılda bir tabu hâline getirilen futbol, paranın her rengidir. Her renkten para, özellikle de “kara para”nın ta kendisidir. “Futbol A.Ş.” ve “Olimpiyatlar, Sahtekârlık ve Mafya” isimli eserler, “kara para”, futbol ve siyaset üçgeninde dönen entrikalar hakkında çok ayrıntılı bilgiler vermektedir. Futbol A.Ş.’de futbolun, daha doğrusu futbolcuların nasıl da ticarî bir marka hâline geldiği/getirildiği üzerinde durulmaktadır. Diğer kitapta da benzer mevzulara değinilmekte, fakat orada daha ziyade dünya sporunu yönlendiren/yöneten büyükbaşların (UOK Başkanı, FİFA ve UEFA Başkanları vs.) ticarî şirket (Cola, Adidas, Rebook, Nike vs.) ve siyaset adamlarıyla kapalı kapılar ardından ne dolaplar çevirdiklerine değinilmektedir. Futbol, paranın yanı sıra siyasetin de her rengine uyumludur. Meselâ liberalizma, komünizma, kapitalizma sistemleri, futbolu bulunmaz bir nimet olarak görmüşler ve hep onunla yatıp kalkmışlardır. Bu mevzuda “Futbol Kültürü” isimli kitap önemli ipuçları vermektedir.

 

İstismara müsait bir yapı arz eden ve içtimaî hayatın boşluklarına, diğer bir ifadeyle de halkın malayâni duygularına hitap eden bir keyfiyeti haiz olan futbol, hiç kuşkusuz, günümüz dünyasına hükmeden mevcut siyasî sistemlerin tek kelimeyle mesnedidir, kaidesidir. Daha sarih bir ifadeyle söylemek gerekirse, topyekûn halklara sunulan “meşin top”tan ibaret bir puttur. “Destan” isimli şiirinde, “heykel destek üstünde; benim ruhum desteksiz!”, diyen Üstad Necip Fazıl, çok haklı olarak, “meşin top” çağımızın tabusudur, demiştir. Bu mânâda, para ve futbol –meşin top!- peşinde koşan bütün bir insanlık, aslında kendinden büsbütün uzaklaşmaktadır; yâni ruhsuzlaşmaktadır.

 

1926 yılında Arsenal (İngiltere)- Manchester United (İngiltere) arasındaki futbol maçı öncesi top ve kale seçimi esnasında fotoğraf karelerine yansıyan ve akabinde çok meşhur olup sıkça kullanılan bir estantane, futbol -modern futbol!- hakkında söylenebilecek tüm sözlerin de bir nevi özeti niteliğindedir. Söz konusu karede iki takım kaptanı ve orta hakem, meşin topa karşı huşu içerisinde temenna/secde eder bir vaziyet almışlardı. O esnada taraftar/seyirci kitlesinin de bir ibadet sessizliği içerisinde olduğuna hiç şüphe yoktur. Ev, işyeri, kahvehane, bar vb. gibi yerlerde TV ve radyolardan izleyen ve dinleyenlerin de aynı sessizliği yine aynı duygularla koruduklarına bugün de hemen herkes şahittir.

 

Kitabın yazarının bir Yahudi olduğunu daha önce söylemiştik. Buna tekrardan vurgu yapmamızın sebebine gelince; “kitap objektif bir bakış açısıyla ele alınmamıştır”, tespitini yapmak içindir. Kitabın satır aralarında Kuper, gerek Dünya Kupası ve gerekse Avrupa Şampiyonalarında, Hollanda-Almanya arasında oynanan maçlarda, tarafların, özellikle de Hollandalıların verdiği tepkileri vesile kılarak, Nazi Almanyası düşmanlığı yapmaktadır. Her fırsatta ne kadar mazlum olduklarını dile getiren Yahudi tiynetine paralel olarak Kuper, bütün dünyayı hile ve desise ile hegemonyası altına alan siyonizmin tüm insanlığa kan kusturmasını ise şuurlu olarak görmemezlikten gelmektedir.

 

Ortak kanaat şudur ki, günümüz insanını meşgul eden, oyalayan, daha da önemlisi, bütün bir toplumu transa sokan iki şey vardır ki bunlardan biri para, diğeri ise futboldur. Bu iki mevzu, İBDA Mimarı tarafından, insanların bir arada konuşabilecekleri ya da konuşabildikleri yegâne “ortak mevzu” olarak ifade edilmiştir. Bu iki mevzuun insanlar arasından çekilip alınması durumunda, kuvvetle muhtemel, hayat yaşanmaz/çekilmez olur. Yediden yetmişe bütün bir toplum üyeleri için geçerlidir bu; varsa yoksa para ve futbol, başka da bir şey istemez, hem sonra neyimize gerek!

 

Batı medeniyetinin tasarrufunda doğup büyüyen ve bugünkü konumuna gelen modern futbol, Batı kültür ve medeniyetini/fikir ve yaşayışını, diğer bir ifadeyle de kültürel emperyalizmayı bütün dünyaya empoze eden bir misyon üstlenmekle birlikte, üçüncü dünya ülkelerinin sömürgeleştirilmesinde de çok etkin bir vasıta olarak kullanılmaktadır. Simon Kuper’in adı geçen eserinin iç kapağında, bir Haitili ile Amerikalı bir gazeteci arasında geçen bir diyalog anekdot şeklinde anlatılır ki, dikkate şayandır:

 

“1994 yazında bir Haitili, “Hangisi daha önemli: Brezilya’nın kazanması mı, yoksa ABD işgali mi?” diye soran Amerikalı gazeteciye şu cevabı vermişti:

 

“Biz her gün açız. Bir yığın sorunumuz var. Amerikalılar her gün ülkemizi işgal edeceklerini söylüyorlar. Ama Dünya Kupası dört yılda bir düzenleniyor”[2].

 

Haitili adama “gerisi”yle gülenler olabilir, fakat bir Haitili kadar onurlu olunamadığı da aşikar. Milli duyguların köpürtülmesinde futbol, bulunmaz bir “nimet” olarak algılanmış ve bu nimet paylaşımı bir mirasmış gibi, babadan oğula intikal ettirilmektedir. Tuttuğu takımın attığı golleriyle övünenler, bugün Dünya Bankası, İMF ve diğer uluslar arası kurum ve kuruluşların sivrilttiği kazıkların bir füze gibi arkadan kendisine doğru yöneltilmiş olduğunun farkında bile değillerdir. Çünkü henüz sevinçlerinden yerlerine oturabilmiş değillerdir.

 

20. yüzyılın en popüler spor dallarından başlıcası olan futbol, günümüz dünyasının en ücra köşesinde bile işçi ve işverenleri olan dev bir endüstri hâline gelmiştir. Futbol çevresinde köpürtülen vaveyla ve milli duyguların istismar edilmesi bir yana, onun bünyesinde biriken paranın -kara para!- haddi hesabı yoktur. Sporu kirleten rüşvet, şike ve doping gibi uygulamalar da cabası. Bugün başta Uluslararası Olimpiyat Komitesi-UOK olmak üzere, Uluslararası Futbol Federasyonu-FİFA ve Uluslararası Amatör Atletizm Federasyonu-IAAF ve bunlara bağlı “milli” olimpiyat komiteleri ve “spor” federasyonları, dünya sporu üzerine bir kene gibi yapışarak yedi cedlerini nemalandırmaktadırlar. “Olimpiyatlar, Sahtekârlık ve Mafya” isimli kitap, bu tür ilişkileri faş etmektedir.

 

Spor camiasında sıkça sorulan bir soru var ki, o da şu: “Futbol neden yüzyılımızın en popüler sporudur?” Ortak kanaat şudur ki, futbolun popülerliği onun çok basit bir oyun oluşundan ileri gelmektedir. İnsanlık ucuzlaştıkça, meşgaleleri de basitleşmektedir.

 

Evet; 20. yüzyıldan 21. yüzyıla sarkan “teknik küfür”, basit bir oyun olan futbolu modern sporların merkezine yerleştirerek, onu günümüzün en popüler sporu yapmış bulunmaktadır. Ayak takımı veya sıradan insanların rejimi olarak da bilinen demokrasilerin popülerliğine paralel olarak, çağımızda büyük bir popülerlik kazanan ve “ayak topu” mânâsına gelen futbol, dibe vurmuşluğun, alçaklığın ve insanlıktan çıkmışlığın en bariz bir göstergesi mahiyetindedir.[3] Ki; 15. yüzyıl İngiltere’sinde, aşağılık bir insanı tasvir etmek için kısaca ona, futbolcu deniliyordu. Meselâ ünlü tiyatro yazarı William Shakespeare, “Kral Lear” isimli eserinde, aktörlerinden birini aynen şöyle konuşturuyordu: “Seni aşağılık futbol oyuncusu!” (You base, futball player!). Ayaklar baş, başlar ayak olunca bugün tüm dünyada futbolcular birer kral muamelesi görmektedirler, ayrı mesele. Bunu futbolla ilgili yazılan tüm kitaplarda, dergi ve günlük gazete sayfalarında görmek pekâla mümkündür. Diğer taraftan, futboldaki transfer hadisesi de bunu doğrulamaktadır.

 

Futbol bir tür takım oyunudur. Günümüzde bu takım oyunu, daha ziyade, demokrasileri temsil ediyor gözükmektedir. Eflatun’un dediğine göre demokrasilerin bariz karakteri anarşidir. Sosyoloji teorisyenlerinden biri olarak kabul edilen ve bütün dünyada Figürasyonel Teorinin kurucusu olarak isim yapan ünlü Alman Sosyolog Nobert Elias’ın da bir tespiti olarak, “spor toplumun aynasıdır” doğrusundan hareketle denilebilir ki futbol, nizam ve intizamı davet eden bir toplum düzeninin oyunu değildir; o daha ziyade anarşik bir toplum düzeninin oyunudur. İngiliz menşeyli Holiganizma bir tarafa, tüm dünyada iki kardeş kavram olarak ele alınıp işlenen futbol ve şiddet, spordaki anarşik durumun boyutlarını göstermesi açısından pek mânidardır.

 

Futbol üzerinden kopartılan fırtına, daha doğrusu kargaşalık ve düzensizlik, “durumdan vazife çıkaran” vatanseverler(!) için her zaman makbul bir durum olmuştur. Elsavador’la Honduras arasındaki futbol savaşı hepimizin malumudur. Diğer taraftan, İBDA Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun 6 ciltlik Tilki Günlüğü-Ufuk ile Hafiye- isimli eserinin 5. cildinde işaret ettiği gibi futbol, bir ülkenin kendi iç çekişmelerinden tevarüs eden iktidar değişimlerine de vesile olmaktadır.

 

Anarşi çok defa terör ile özdeşleştirilir. Halbuki anarşi, temelde bir kargaşalık durumunu ifade eder; yâni, sapla samanın birbirine karıştırıldığı bir durumu. Modern Futbolun atası olan ve Ortaçağ Avrupası’nın en gözde oyunlarından biri olan Soule oyununa ve günümüzde de bu oyuna en yakın bir şekilde icra edilen Amerikan Futboluna bir bakmak yeter. Diğer taraftan, Hakk ile halkın birbirine uzak düştüğü/düşürüldüğü durumlar anarşik bir durum ifade ettiği gibi, “ideali aramayla toprağa bağlanma arasında bir berzahta kıvranan insanoğlunun oluş ıstırabını hakikatin hakikatine nisbetle” heykelleştirememek de anarşik bir durumdur, denilebilir.

 

Emperyalizma ahtapotunun iki önemli ayağı/unsuru olan para ve futbol, günümüz insanını çok sıkı bir şekilde sarıp sarmalamıştır. İnsanların burunlarına birer halka geçirilip yerlerde süründürülmektedir. Uçsuz bucaksız bir sahrada aç ve susuz bir şekilde kendi hâline bırakılan/terkedilen günümüz insanı, ne yapacağını bilemez bir hâldedir. Bunda idealize edilen para ve futbolun katkısı çok büyüktür. Kangren olmuş bu iki önemli ayak/unsur, yani para ve futbol gerçek doktor elinde neşterlenmedikçe, gerçek kurtuluş bir ham hayâlden ibaret kalacaktır.

 

Bütün bu anlatılanlardan sonra çok açık bir şekilde görülmüştür ki, finansman çerçevesi trilyonlarla çizilen bir sektör olarak karşımıza çıkan futbolun nasıl bir üretim yapmakta olduğu merak konusu olmaktan çok uzaktır. Hiçbir müspet iş ve emek üretmeyen ve yine hiçbir müspet yarar ve fayda sağlamayan futbol, Fatih Terim’in öngördüğünün aksine, üretime değil, sadece tüketime endekslidir. Tüketir, tüketir, yine tüketir. Ömürden ve sermayeden.

 

Bir çeşit top oyunu olan futbol, aslında bir tür çocuk oyunudur. Bütün kadim kültürlerin algılandığı gibi, bizce de futbol bir tür çocuk oyunudur ve öyle de kalmalıdır. Bunun halli için yeni bir “dünya görüşü” gerek!

 

Simon Kuper’in yukarıda adı geçen kitabı üzerine çok şey yazıldı, çizildi ve söylendi. Evet, doğrudur; hâlihazırdaki futbol, “olan” açısından asla sadece futbol değil, futboldan başka her şeydir. Fakat “olması gereken” açısından futbol, bizce sadece ve sadece futbol, yâni bir çocuk oyunu olarak kalmalıdır. Ayak topu oyunu olarak da bilinen futbol, sadece futbol değilse eğer, öyleyse futbol, oyun olmaktan çıkmış/çıkarılmış demektir. Futbol, en kısa zamanda ve acil olarak, aslî mecraına oturtulmalıdır. Futbolun bir çocuk oyunu olarak algılanmasını sağlayacak yeni bir anlayış –dünya görüşü!- aciliyet ifade etmektedir. Bu mevzuda Büyük Doğu-İBDA ruh ve fikir sistemi, insanımıza ve tüm dünyaya/insanlığa sunulmuş bulunmaz bir nimettir.

KAYNAKÇA

[1] - Kuper Simon: Futbol Asla Sadece Futbol Değildir, (Sinan Gürtunca), Sabah Kitapları, İst.1996, s.1.
[2] - Kuper Simon: Futbol Asla Sadece Futbol Değildir, (Sinan Gürtunca), Sabah Kitapları, İst.1996.
[3]- Nilgün Toker, “Oyuna Girme-Oyunu Seyretme: Platon’a Karşı Aristoteles”, Toplum ve Bilim, Sayı:103, Birikim Yayıncılık, İst. 2005, s.7.

İlma' Dergisi, Sayı: 1, İst. 2007

Yorum / YANIT