Karanlık Mod
Image
Logo
“İSLAMİ DAYANIŞMA OYUNLARI” VESİLESİYLE

“İSLAMİ DAYANIŞMA OYUNLARI” VESİLESİYLE

“İslami Dayanışma Oyunları” (Başlangıç Tarihi: 2005) adı ile kayıt altına alınan malum spor organizasyonu, İslam İşbirliği Teşkilatı üye ülkelerinin iştiraki ile, tıpkı Eski Yunan Kültürü ve Roma Nizamı’ndaki “Olimpia Şenlikleri” (m.ö 776- m.s. 393) ve halihazırda modern dünyadaki “Uluslararası Olimpiyat Oyunları”nda (Başlangıç tarihi: 1894) olduğu gibi, her dört yılda bir yapılması öngörülen bir spor organizasyonudur. Sözkonusu olan bu spor organizasyonu, “İslami Dayanışma Oyunları Federasyonları” (ISSF, ki “Uluslararası Atıcılık Sporları Federasyonu-ISSF” ile karıştırılmamalı) tarafından sevk ve idare edilmektedir. Yani sözkonusu organizasyonun esas, usul, kural ve kaideleri ISSF tarafından belirlenmektedir(!) Peki ISSF denilen bu uluslararasın spor kurum veya kuruluşu nasıl bir kurum veya kuruluştur? Bağlı olduğu daha üst bir kurum veya kuruluş var mıdır? Varsa bunun mahiyeti hakkında ne söylenebilir? Hemen cevap verelim: Evet; vardır ve mahiyeti de bu yazının muhtevasında değindiğimiz üzere biz Müslümanlara has ve hususi değildir. Uluslararası Olimpiyat Komitesi (UOK)’nın “Olimpik Antlaşma” metni başta olmak üzere, Uluslararası Spor Federasyonu (USF) ve bunlara bağlı olarak da, Ulus Devletlerde konuşlandırılan ve başına içi kof bir ifade kalıbı olarak “Milli” kelimesi yerleştirilen “Milli” Olimpiyat Komiteleri (MOK) ve “Milli” Spor Federasyonları (MSF), tüm dünya sporuna hükmeden ve dahi tüm modern sporların esas, usul, kural ve kaidelerini belirleyen “Uluslararası Spor Çetesi” olarak da adlandırabileceğimiz malum bir “Çete”nin ana arter damarlarına işaret eder. Bu “Çete”nin beyin takımı birinci derecede UOK, ikinci derecede USF, üçüncü derecede ise MSF’lerdir. “Uluslararası Olimpiyat Komitesi Antlaşması” tüzüğü veya metninde yer alan açıklayıcı bir madde: “Olimpik Hareketin üç ana parçası Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC / UOK), Uluslararası Spor Federasyonları (USF) ve Milli Olimpiyat Komiteleridir (MOK)”. Bu mevzuda ayrıntılı bilgi için bkz: 1) https://www.olimpiyatkomitesi.org.tr/Upload/Menu/624923_ioc_antlasmasi.pdf 2) http://www.temizspor.com/gonderi/modern-spor-uzerine

 

Not: Yerli ve milli olmaya dair en ufak bir emare belirtmeyen Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin (TMOK) resmî sitesinde “Olimpik Geleceğimiz” şeklindeki logosunun hemen altında “Olimpik değerlerle bütünleşen bir toplum için…” mottosu yer almaktadır. Bu mottonun ne mana ifade ettiğini anlayabilen ve de anlatabilen kaç akademisyen veya siyasetçi var bu ülkede acaba? Devlet bu mottonun neresinde mesela? Dur ben söyleyeyim: Devlet dediğimiz aygıt bizzat bu mottoyu oraya yazdırtanların kontrolünde! Osmanlı Devleti sonrası kurulan Cumhuriyet, 20. Yüzyıl dünyasına hükmeden bugünkü malum “Küresel Çete”nin tasarrufunda kuruldu dersek yanılmış olmayız! Bu “Küresel Çete”, dünden bugüne “Deccal Komitesi”nin “Faal Eli” olarak iş görmektedir. Nasıl ki Osmanlı Devleti üzerinden işgalcilere karşı verilen “Kurtuluş Savaşı” henüz bitmedi ve gayesine ermedi, aynı şekilde Osmanlı sonrası kurulan dünya düzeni sahiblerinin bugünkü yeni dünya düzeni atraksiyonlarına karşı verilen savaş da devam etmektedir. Bu çerçeveden olarak, mesela Mehdiyyet misyonunun merkezi noktasında yer alan Esseyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri’nin “Faal eli” ve “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin kurucu iradesi misyonuna sahib Büyük Şahid Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun Haliç Kongre Merkezinde 29 Kasım 2014 yılında vermiş oldukları “Adalet Mutlak’a” isimli konferansın alt başlık mottosu çok dikkate değerdir. Orada yer verilen “Yaşanmaya değer hayat için…” mottosu, aslında 21. Yüzyıl dünyasına İslam merkezli teklif edilen bir Yeni Dünya Düzeni’nin mihenk noktasına işaret eder. Bugün bunun ne kadar kıymetli bir ifade kalıbı veya motto olduğu umarım daha iyi ve derinden anlaşılmıştır, hissedilmiştir. Umarım.

 

Yazının muhtevasını ele veren veya verecek olan bu tür bir değerlendirmeden hemen sonra, sözkonusu malum organizasyon hakkında çok kısa da olsa özet bir bilgi verelim:

 

Sevk ve idare yetki ve sorumluluğu “İslami Dayanışma Sporları Organizasyonu” elinde olan “İslami Dayanışma Oyunları”nın ilki, 2005 yalında Suudi Arabistan’ın Mekke şehrinde gerçekleştirildi. Bu oyunlara İslam Konferans Örgütünün 57 üye ülkesi katılmıştır. Burada önemli bir noktaya özellikle dikkat çekmek gerekiyor ki o da şu: Oyunlar “İslami Dayanışma Oyunları” adı altında gerçekleştirilmesine rağmen, yani doğrudan Müslümanları ilgilendirmesine rağmen, daha doğrusu Müslümanların kendi aralarındaki dayanışmaya hizmet etmesi gerekirken, mesela üye ülkelerde Müslüman olmayan sporcuların oyunlara katılmasına izin vermek de ne demek oluyor?! Yeri gelmişken İslam hassasiyeti veya İslam hukukuna dair bir inceliğe de burada özellikle dikkat çekmek isterim. İslam şeriatının hakim olduğu bir zaman ve mekanda veya devlette, mesela Müslümanlar zorunlu haller dışında gayr-ı müslimlerle hemhal olamaz, olmamaları gerekir. Hele ki boş vakitlerinde kafirlerle birarada oyun ve eğlence üzere olmaları mümkün olmaktan çok uzaktır. Bu tür davranışlar İslamın İzzet ve şerefine halel getirecek durumlardır. Takva veya azimet üzere olmanın bir gereği olarak, mesela İmam-ı Rabbani Hazretlerinin kafire karşı niçinini de içinde barındıran nasıl muamele edilmesi gerektiği düşüncesi, bu mevzuda fevkalade öğreticidir. Der ki İmam-ı Rabbani Hazretleri, meâlen, yolda yürürken karşıdan gelen bir kafiri yolun kenarına itmek, hor görmek ve aşağılamak gerekir. Bu kafir için de hayırlı olan bir davranıştır, çünkü; Müslüman olması için ona verilmiş bir tür sadakadır. Bir Müslümanın kafir birisini muhatap alıp onunla oyun ve eğlence üzere olup vakit geçirmesi olur şey değil! Bir kafir ancak mübareze çerçevesinde muhatab kabul edilebilir. İmam-ı Rabbani Hazretlerinin muradına uygun olarak şekillenen Başyücelik Devleti’nin İddolocya Örgüsü’nde sporun nasıl ve niçinine dair mevzu başlı başına bir mevzudur ve oradaki bariz vurgu, “hakim ruh” ve “uygun beden” arasındaki “yardımcı” keyfiyetinde görünmek şeklindedir. Yani sözkonusu devlet plan, program ve projesinin yürürlükte olması şartı yerine getirilmedikçe her ne yaparsan yap, yapılan şey veya şeylerin ayağı yere basmaktan uzaktır. Mevzuun esprisi anlaşılmıştır sanırım.

 

Evet; sözkonusu oyunların birincisi 8-20 Nisan 2005 tarihleri arasında Suudi Arabistan'ın Mekke şehrinde yapılmıştır. İkincisi ise Ekim 2009 yılından İran’da yapılacaktı ki, İran’la anlaşmazlık neticesinde Nisan 2010 yılına ertelendi ve daha sonra da iptal edildi. Düşünebiliyor musunuz, “Ehl-i Sünnet” itikadına uygun olarak “Dayanışma” çerçevesinde bir spor organizasyonu düzenlenecek ve bu organizasyonda kafirden beter Rafizi “Muta Piçleri” mevzuun göbeğinde yer alacak, olur şey değil! Neyse bu mevzu derin! Üçüncüsü 22 Eylül-1 Ekim 2013 tarihleri arasında Endenozya’da (Sumatera adasının Palembang şehrinde), dördüncüsü ise 12-22 Mayıs 2017 tarihleri arasında Azerbeycan’nın Bakü şehrinde yapılmıştır. Malum beşincisi ise 9-18 Ağustos 2022 tarihleri arasında Türkiye’nin Konya şehrinde yapılmaktadır. Aslında 2021 yılında yapılması gerekiyordu ama, Korona / Pandemi’den mütevellid ertelenmişti. Her nedense oyunlar daha evvel pek dikkate değer bulunmamıştı. Daha doğrusu İslami hassasiyet çerçevesinde herhangi bir tartışma mevzuu olmamıştı. Ha bu arada gündem olan veçhesiyle tartışma mevzuu olması bizim için ziyade sevindiricidir. “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin muradına uygun bir devlet plan, program ve projesi olan “Başyücelik Devleti” ve buna bağlı olarak da, mesela merkezinde devlet başkanı Başyüce’nin olduğu ve dini boyutu veya misyonu itibariyle de, Hilafet makamının temsiliyet noktası olduğu dikkate alındığında, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır.

 

Bütün bu ön bilgilerden sonra mevzuyu derinliğine ve genişliğine doğru önce müşahede ve tetkik sonra muhakeme ederek yol almaya çalışalım. Peşin kabulümüz:

 

İslamın emir ve yasaklarına göre şekillenmiş belirli bir İdeolocya veya Dünya Görüşü veya Duygu ve Düşünce Sistemi veya Ruh ve Fikir Sistemi olmadan ve bunun müşahhas zemini halinde merkezi bir “Otorite Sistemi” veya “Devlet Yapılanması” olmadan, mesela “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin muradına uygun olarak şekillenmiş veya şekillenecek bir “Devlet Yapılanması” halinde “Başyücelik Devleti” ve buna bağlı olarak da “Birleşik İslami Devletler Topluluğu” olmadan “İslami Dayanışma Oyunları” ifade kalıbı sadece laftan ibaret kalır. Sözkonusu şartlar yerine getirildiğinde ise “Dayanışma Oyunları” ibaresinden önceki “İslami” kavramına hiç mi hiç gerek yok! Velhasılı nereden başlarsak başlayalım. Nereden tutarsak tutalım. Bahse mevzu “İslamı Dayanışma Oyunları” ne dil ve diyalektik olarak, ne ruh ve fikir olarak ve ne de ahlak ve anlayış olarak ne biz Müslümanlardan neşet etmiş ve ne de biz Müslümanlar tarafından içselleştirebileceği bir şey değildir. Evet, şey olmasına bir şeydir ama, bize ait bir şey değildir. Hurdacı dükkanına Eczahane yazılmış gibi bir şeydir. Ne demek istediğimizi birazdan vuzuha kavuşturacağız!

 

Spor mevzuunda peşin kabulümüz: Topyekün dünyada tatbik edilen tüm sportif faaliyetler, “Modern Spor Ahlak ve Anlayışı”na göre yerini değerini ve izahını bulmuştur. Bunun aksini iddia akıl dışıdır. Hal böyle olunca da “Modern Spor Ahlak ve Anlayışı”nın köklerine kadar sarkmak gerekiyor ki o da şu:

 

“Modern Spor Ahlak ve Anlayışı”, modern dünyanın kurucu iradesi olarak beliren Hıristiyan-Yahudi Batı kültür ve medeniyeti veya fikir ve yaşayışına nisbetle teşekkül etmiş veya ettirilmiştir. Hıristiyan- Yahudi Batı kültür ve medeniyeti, “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin tezi halinde, “Eski Yunan Kültürü, Roma Nizamı ve Hıristiyan Ahlakı”na nisbetle teşekkül etmiş veya ettirilmiş bir kültür ve medeniyettir. Bu durum en ziyade “Modern Spor Ahlak ve Anlayışı”ndan seyredilebilir. Mesela;

 

“Modern Spor Ahlak ve Anlayışı”, hiç şüphesiz ki “Olimpizm Felsefesi” olarak da kayıt altına alınan ve “Uluslarası Olimpiyat Oyunları”nın kurucu iradesi olarak beliren “Uluslararası Olimpiyat Komitesi”nin “Olimpik Antlaşma” metninde yer alan oyun esas, usul, kural ve kaideler bütünüdür. UOK tarafından deklare deklare edilen tüzük veya metin, topyekün dünya ulus devletleri tarafından da resmi olarak kabul edilmiş bir metin veya tüzüktür. Dünyanın her neresinde olursa olsun, Uluslararası boyutta kendisini gösteren veya gösterecek olan tüm sportif faaliyet veya organizasyonlar, oyun esas, usul, kural ve kaideler açısından UOK ve USF’ler tasarrufunda şekillendirilmektedir. Oyun esas, usul, kural ve kaideleri UOK ve USF’ler tarafından belirlenen tüm sportif faaliyet veya organizasyonlar, faaliyette bulunanlar açısından bir “mutlak” değer taşır. Yani tam bir “dogmatik değerler manzumesi” ile karşı karşıyadır spor dünyası! Daha düne kadar, özellikle de üzerinde yaşadığımız Osmanlı Devleti bakiyesi üzerine kurulu Türkiye’de İslam, tam bir mirasyedi gibi davranan ve CHP Tüzüğü etrafında şekillenen Ahbes ve hempası tarafından Dogmatik kabul edilirken, ve buna bağlı olarak da İslam yerden yere vurulurken, her nedense Ahbes ve hempası, “Modern Spor Ahlak ve Anlayışı” karşısında tam bir teslimiyetçi duruş sergilemiştir, sergilemeye de devam etmektedir. Yeri gelmişken şunu da söylemekte fayda var: “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!” diyen M. Kamal’ın sporcular hakkında söylediği, “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim!” sözü ne mana ifade eder? Yani M. Kamal “ahlak” derken acaba hangi ahlaka, nasıl bir ahlaka vurgu yapmıştır? “Ben ahlaki yücelikleri tamamlamak için gönderildim” buyuran Allah Resülü’nün ahlakından söz etmediği yapıp ettiklerinden bellidir. Batı fikir ve yaşayışını içselleştirmek ve bütün bir Müslüman topluma dayatmak adına “Muasır medeniyetler seviyesine çıkmak” en büyük hedefi olduğuna göre, “ahlak” derken “Modern Spor Ahlak ve Anlayışı”na vurgu yaptığı çok açıktır. Öyleyse?

 

“Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” fikriyatı veya külliyatından da biliyoruz ki “Her davranış aynı zamanda ahlaki bir davranıştır.” Ve yine aynı sahici kaynaktan biliyoruz ki “Her dünya görüşü aynı zamanda ahlaki bir görüştür.” Her ne olursa olsun, spor davranışı insani bir davranış şekli olduğundan muhakkak ki ahlaka mevzudur ve bu da belirli bir dünya görüşünü davet eder, zorunlu kılar.

 

Daha evvel de söylendiği üzere, topyekün dünyada tatbik edilen spor faaliyetleri ve organizasyonları, “Modern Spor Ahlak ve Anlayışı”na göre ele alınıp icra edilmektedir. Yine daha evvel de söylendiği üzere “Modern Spor Ahlak ve Anlayışı”, belirli bir “Dünya Görüşü” keyfiyetini haiz “Eski Yunan Kültürü, Roma Nizamı ve Hıristiyan Ahlakı”ndan müteşekkil “Hıristiyan-Yahudi Batı Kültür ve Medeniyeti”nin çok köklü bir ürünüdür. Modern sporlarda tüm esas, usul, kural ve kaideler, diğer bir ifadeyle de modern spordaki baskın “ahlak ve anlayış” sözkonusu kültür ve medeniyet üzerinden belirlenmektedir. Şimdi soralım ve piyasada ne kadar din adamı, ilim adamı, bilim adamı, fikir adamı varmış görelim. Efendiler! İslami hassasiyette tavan yapmış abidik gubidikler! Halihazırda beşincisi tatbik edilen “İslami Dayanışma Oyunları”na diyelim ki haklı olarak bir tepki veriyorsunuz. Peki karşı olurken ne olması gerektiğine dair, yani “olması gereken”in ne olduğuna dair ve bunun nasılına ve niçine dair bize ne söylemek istersiniz? Hani alim, ilim veya fikir adamısınız ya, biz Müslümanların mesela spor mevzuunda ne ve neyi yapmak zorunda olduğumuza dair ve tabiiki de, bunun nasılına ve niçinine dair bizi bilgilendirecek bir bilginiz de muhakkak ki vardır! Bu mevzuda ne veya neler söylemek istersiniz? Yoksa siz mevcudu değil muhakeme, müşahede ve murakabe etmekten de mi uzaksınız? Demek isterim ki, herhangi bir şeye karşı olmak kafi değil, karşı olunan şeye karşı bir alternatifiniz de olmalı! Aksi takdirde karşı olduğunuz şeyi yaşatmaktan başka bir iş yapmış olmazsınız! Bu şu demektir: Yürürlükte olan, yani “Modern Spor Ahlak ve Anlayışı”na göre ele alınıp icra edilen herhangi bir spor faaliyeti veya organizasyonuna karşı olmak yetmez, en azından karşı olduğunuz spor faaliyeti veya organizasyonu hakkında sağlam bir değerlendirmede bulunmak da lazım. Bu mevzuda kaba bir bilgi vermek gerekirse, ki gerekir, o da şu: Herşeyden evvel sağlam bir kavgaya girmek gerekiyor. Sonra da ne yapacağımızı düşünmek!..

 

Efendiler! Nasıl ki belirli bir dünya görüşü keyfiyetini haiz “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi önce müşahede ve tetkik, sonra muhakeme usulü gereği “İslam Tasavvufu karşısında Batı Tefekkürü”nü hesaba çekmiş ve kendi “Ruh ve Fikir Sistemi” veya “Duygu ve Düşünce Sistemi” veya “Dünya Görüşü”nü örgüleştirmiş, aynı şekilde, mesela “Modern Spor Ahlak ve Anlayışı”nı hesaba çekmeden evvel de, kendisine nisbetle teşekkül etmiş veya ettirilmiş belirli bir “Spor Ahlak ve Anlayışı” -ki bize göre ibdacı keyfiyette gözükmesi gereken “Akıncı Spor Ahlak ve Anlayışı”- olmalı ki mevzu mevzu olarak konuşulabilsin! Aksi takdirde adi itiş ve kakış sözkonusudur. Bu tür bir hassasiyet olmayınca, mesela sokaktaki herhangi bir Müslüman ile alim geçinen bir adam veya madam arasında herhangi fark kalmıyor. Ama alim! Yeri gelmişken hatırlatalım. 1999 Metris şartlarında İBDA Mimarı (meâlen): “Dünyada şu kadar alim var. Hakikaten bu kadar çok alim olsaydı halimiz bu olmazdı!” Bu çerçeveden olarak şunu da söylemek vacib olmuştur. Yine İBDA Mimarı (meâlen): “Ben bir alim değilim. Mütefekkir, fikir adamıyım. Ama bir alimin yapması gerekeni de ben yapıyorum, yapmak zorunda kalıyorum!” Evet, her an değişen ve gelişen eşya ve hadiseler muvacehesinde, yeni zaman ve mekana bakan veçhesiyle yapılması gereken şey bir alimden çok, Mütefekkirin yapması gereken bir şeydir ve bu, çok şükür ki Müslümanlar açısından Büyük Doğu ve İBDA Mimarları tarafından yerine getirilmiştir. İlim ve din adamlarına düşen yegane görev, Büyük Doğu ve İBDA Mimarları tarafından çerçevesi çizilen alanda top koşturmaktan ibarettir. Bu çerçeveden olarak;

 

“İslam Tasavvufu karşısında Batı Tefekkürünü hesaba çeken ve ikinciyi birinciye irca eden” olarak, 150 ciltlik bir kütüphaneden müteşekkil “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi, kendine has ve hususi belirli bir Dünya Görüşü veya İçtimai Sistem veya Duygu ve Düşünce Sistemi veya İdeolocya Örgüsü’ne de malik olarak, yine kendine has ve hususi belirli bir devlet plan, program ve projesi çerçevesinde toplumun en üst kuruluşu halinde “Hilafet / Halifelik” manasını mündemiç “Başyücelik Devleti” şekli ve manası üzerinden, “Modern Spor Ahlak ve Anlayışı”nın içinden neşet ettiği “Hıristiyan-Yahudi Batı Kültür ve Medeniyeti” karşısında tüm dünya Müslümanlarına “Dayanışma” ve  “Kardeşlik” manasının ne demek olduğunu ve bunun nasılını ve niçinini çok açık ve seçik bir şekilde göstermektedir.  İslam Şeriatına sımsıkı bağlı ve ondan zerre taviz vermeden, kendine has ve hususi yeni bir “Spor Ahlak ve Anlayışı” teklif eden “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi, Müslümanların dedikleri gibi olabilmeleri ve üzerinde yaşadıkları topraklarda İslama göre Müslümanca yaşayabilmeleri için, diğer bir ifadeyle de, “Yaşanmaya değer hayat” istikametinde hak ve hakikatten ayrılmadan, “Adalet Mutlak’a” diyebilmeleri için aciliyet ifade etmektedir. İlim adamı, bilim adamı, fikir adamı, din adamı vs. ne kadar adam varsa hemen herkesin emeğini gerekli kılan veya kılacak olan bir çerçevede ağuşunu açmış beklemektedir. Ağlamak ve zırlamak vakti çoktan geldi de geçti bile! Evet; bütün dünya Müslümanları! “Dayanışmalı Fikir Oluşumu” manasını mündemiç olarak, “Dayanışmalı Oyun”umuzu oynamak ve yaşamak adına “Yeni Dünya Düzenimiz” olan “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminde birleşin! “Yaşasın Başyücelik Devleti Mücadelemiz!”

 

14 Ağustos 2022, İstanbul

Yorum / YANIT