Karanlık Mod
Image
Logo
SON DURUM SOM OTURUM / ÜÇÜNCÜ OTURUM:

SON DURUM SOM OTURUM / ÜÇÜNCÜ OTURUM: "HER İLİM DİPSİZ BİR KUYU" VEYA "TAKDİM İÇİNDE TAKDİM"

 

 

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla ve Selamların en güzeli olan Allah’ın Selamı ile…

 

“Son Durum Som Oturum” mevzu başlığımızın “Üçüncü Oturum” başlığı, “Her İlim Dipsiz Bir Kuyu” veya “Takdim İçinde Takdim” şeklinde.

 

“Takdim İçinde Takdim” mevzuuna geçmeden evvel, ilkin “Takdim”den kasdımızın ne mana ifade ettiğine kısaca bir değinelim. Başın başında söylemek gerekir ki, “Takdim”den kasdımız, “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin kurucu iradesi olarak beliren, dünyaya gelmiş en son büyük ve güzel insan, Büyük Şahid İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun, Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl tarafından “Takdim”ine mevzu malum takdim yazısıdır. Bu takdim yazısının macerasını merak edenler, İBDA külliyatına müracaat edebilirler. İBDA Mimarı, sözkonusu olan “takdim” yazısına Seyyidetün Nefise Hazretleri üzerinden ulaştığını dile getirir. Ben şahsen, sözkonusu maceradan hareketle, Hazret-i Ali (R.A) nesebinden Seyyidetün Nefise Hazretleri için niyet ve sevabını kendilerine bırakmak üzere her gün iki rekat namaz kılıyorum.

 

Not: Zühd ve takvâsı, kerem ve cömertliği ile meşhûr hanım evliyâdan, ismi Nefîse binti Hasen olup, Hazreti Ali’nin dördüncü göbekten torunudur. Tâhîre ve Kerîmet-üt-dâreyn lakabları vardır. 145 (m. 762) senesinde Mekke-i mükerremede doğdu. Annesi, Lübâne binti Abdullah bin Abbâs bin Abdülmuttalib’dir. 208 (m. 823)’de Mısır’da, Kâhire şehrinde vefât etti. Medîne-i münevverede yerleşti. 

 

İBDA Mimarı’nın malum “Takdim” yazısı veya tablosu, iki paragraf halinde, “Dünya Çapında Bir Hadise: Kaptan Kusto Müslüman” üst başlığı altında, mesela “Denenmemiş Tek Nizam” alt başlıklı “İstikbal İslamındır” isimli eser başta olmak üzere, pek çok eseri yanında, alt başlığı “Ufuk İle Hafiye” olan “Tilki Günlüğü” isimli 6. Ciltlik “Ruhî Roman”ın iç kapağında yer verdiği “Takdim” yazısıdır. Bahse mevzu “Takdim”in muhtevasını burada ayrıntılı bir şekilde kritik edecek durumda değilim. Bütün bir külliyatı şamil sözkonusu “Takdim”in muhtevasını merak edenler, eserler boyu bakabilir veya inceleyebilirler. Buyursun okusunlar. Sözkonusu “Takdim” ise şu satırlardan ibarettir:

 

“DÜNYA ÇAPINDA BİR HÂDİSE KAPTAN KUSTO MÜSLÜMAN

Dergilerden, gazetelerden ve televizyon ve radyodan tanıdığım meşhur Kaptan Kusto... Bu adam bir devrin (Marko Polo)su, Evliya Çelebisi gibi tetkikçi bir seyyahtır ve tabiat denilen yaratıklar âleminin sırlarını denizlerde arayan ve deniz içi hayatı kurcalayan ilmî bir tecessüs sahibidir.

 

Bu adam basit "olabilir"ler veya "olabilir" sanılan şeyler arasında öyle bir tecelliye şahit oluyor ki, 1400 yıl önce Kur'ân'ın haber verdiği mucize önünde dize gelip müslüman oluyor. (Necip Fazıl Kısakürek)”

 

Bahse mevzu “Takdim”in mahiyeti veya teferruatı, yani ilim, fikir ve hikmet buudundan derinliğine ve genişliğine doğru kritik edilmesi mevzuu, aslında bütün bir külliyatı şamildir! Sözkonusu “Takdim”in son tahlilde düğümlendiği som nokta ise, kanaatimce, “İBDA Mimarı’nın şahsında tecelli eden mana veya hakikat halinde, mesela Vahdet-i Vücud” ve “Vahdet-i Şuhud” arasında “Vahid-i Kıyas” ameli üzerinden “Son ve Som Tevhidi Ruh ve Fikir Sistemi” olarak beliren “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin muradına uygun zahir ve batın, yani tüm naharet ve marifet mevzularında rol model olmaktır! Yani “mevzuuyla kayıtlı mahalli idrak” cümlesinden olarak, ilmi, fikri ve hikemi tüm mevzularda bilgi ve yöntem, esas ve usül veya epistemolojik ve metodolojik bir çerçevede sahici ve de erdirici bir yol haritasının bilumum işaret taşlarını ilmik ilmik örmek! “Bulamamacasına aramak” seyri üzerinden “Ben Kimim?” istifhamına ram olmak ve “Her ilim dipsiz bir kuyu” sözünden mülhem de, “Son ve Som Tevhidi Ruh ve Anlayış Sistemi” olarak beliren “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemini tasdik ve tahkim etmek, başlıca meselemiz!

 

Peki,“Takdim İçinde Takdim” mevzuu hakkında ne söylenebilir? Her şeyden evvel, “Takdim” mevzuu ilkin mesela “Fıkıh Usulü Kaideleri”nden mülhem bir tür “Fikir Usulü Kaidesi” olarak da kabul edilebilir. Kanaatimce, mesela “Gölge” keyfiyetini haiz İBDA Mimarı tarafından örgüleştirilen “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi”nde, mesela “Yeni nizam yeni insan” soyu, özellikle de “Gölgeler” keyfiyetini haiz İbdacı, dolayısıyla da inşacı yeni nesil, öyle veya böyle, bir şekilde “Takdim İçinde Takdim” mevzuuna muhatabtır. Ki, kanaatimce, külliyatta usulüne uygun bir şekilde “Takdim” edilmişlerdir. Sözkonusu muhtemel “Takdim”in nasıl bir muhteva zenginliği barındırdığına şahidlik etmeden evvel, ilkin böyle bir “Takdim”in varlığına öncelikli olarak şahidlik etmek gerekiyor. Kısacası, balığı önce suda görmek ve ardından da onu yakalamak gerekiyor. Onu ziyafet sofrasında besin değeri yüksek bir kalori şeklinde kana karıştırmak ise, sonraki iş!

 

Not: “Kaide kelimesi sözlükte “her şeyin aslı, esası ve temeli” gibi anlamlara gelmektedir. Çoğulu “kavaid” olup, bu haliyle özellikle binanın temeli anlamında kullanılmaktadır. Fizik âleme ait bir anlam taşıyan bu kaide kelimesi, tasavvurât düzlemine taşınarak “farklı olayların müşterek mahiyetini ifade eden genel hüküm, münferit meselelere ait hükümlerin dayandığı ana fikir, cüzlerin hükümlerine uygun düşen küllî önermeler” şeklinde çeşitli ilimlerde yaygın bir kullanım alanı kazanmıştır. Mesela fıkıh usulü kaidelerini “kendisinin tafsilli delilleri vasıtasıyla şer‘i hükümlerin hatasız olarak istinbat edilmesini sağlayan külli kurallar, şeklinde tanımlamak mümkündür.” Tanımda vurgulandığı üzere, müçtehid hukukçu bu kural, kanun ve kaideleri, şer‘i nassların yorumlanmasında ve nasslardan hüküm çıkarmada kullanmaktadır. Fıkıhta usül kaidelerinin yanında, yakın bir kavram olarak külli kaidelerin de üzerinde önemle durulmaktadır. Bunların aralarındaki farklılık ve benzerlikler aşağıda ayrı bir başlık altında ele alınacaktır. Külli kaideler, “cüz‘i meselelerin tamamı veya çoğunluğu için geçerli olan hükümler” olarak tanımlanmaktadır. (https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1839863)

 

Yıllar evvel, Bolu F Tipi Cezaevi’nde yazmış olduğum bir şiir: 

 

VESİLE

Her şey, ama her şey vesile

Sende-bende ne varsa ona

Şeyh mürid’e, suret mânâya

Aslen bizzat olmak vesile

 

Oldum demek bittim demektir

Hakk yolunda olmak gerektir

“İyi, doğru ve güzel” ile

Ya “olmak”, ya “ölmek” gerektir

(Mayıs 2003, Bolu F Tipi Cezaevi)

 

Yukarıdaki şiirin başlığından mülhem, İBDA Mimarı’nın “Necip Fazıl’la Başbaşa” isimli eserinin “81 Mevsimi” başlangıç bölümünde “Vesile” başlığı altında yer verdiği aşağıdaki terkibi hüküm, kanaatimce, madde ve manada, yani “Gölgeler” keyfiyetini haiz İbdacı nesil açısından “Takdim İçinde Takdim” olarak da kabul edilebilir, okunabilir. Adı geçen eserden takip edelim:

 

“Başın başında şu hüküm: İnsan, Kur’ân’ın bildirdiği üzere, “ruh” veya “nefs” kutuplarından birinden birini gerçekleştirmek üzere, “sefillerin en sefili” olan âleme indirildi.  Bütün sır şu ölçüde: “Allah âlemi insan, insanı da kendi marifetine ulaşması için yarattı!”

 

“Hayatın hakikati ruhî hayatta ve ruhî hayat ferdî hayatta sözkonusu olduğuna göre insan, kendi varlığını mütemadiyen kendi oluşturan bir varlık hüviyetiyle, fert fert ruhun tırmanış çilesini yaşamakta; bütün insan faaliyetlerinin çıkış ve nihaî gayesi burada düğümlü.” (Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’la Başbaşa -“İntıbâ ve İlhâm”-, İBDA Yayınları, 2. Basım, İstanbul, 1989, sh.16)

 

Yukarıdaki terkibi hüküm, kanaatimce, özellikle de İbdacı nesil ve de sahici Müslümanlar açısından çok nezih ve de çok sarih bir şekilde sunumu yapılmış “Takdim İçinde Takdim” mevzuudur. Yani her bir İbdacı veya sahici Müslüman açısından bu tür bir “Takdim”, “doğum ve ölüm” salıncağında, “Ben Kimim?” istifhamına sımsıkı bağlı bir şekilde, kişinin kendi öz “nefsini bilmek” veya kişinin kendi öz “fert hakikati”ni arayıp da bulabileceği bir terkibi hüküm hüviyetindedir de denilebilir.  

 

Hemen belirtelim ki, kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutuplarından birinden birini gerçekleştirmek üzere dünyaya sürgün edilen insan, ya “ruh kutbu” üzerinden hak ve hakikatı temsil etmekte, veyahut da “nefs kutbu” üzerinden batıl olanı temsil etmektedir. Diğer bir ifadeyle de, ya mümin, veyahut da kâfir olarak dünya hayatını yaşamak mecburiyetindedir. “Ben Kimim?” diye sormak “Ölüm nedir?” veya “Hayat nedir?” diye sormakla bir ve eşdeğer olduğuna göre, bu durumun uç noktasında “Mehdiyyet” ve “Deccaliyyet” misyonu veya manası olduğu çok açıktır. Demekki her bir insan, hayatı boyunca ya “Hidayete eren” veya “Hidayete vesilen olan”, veyahut da “Yoldan çıkan” veya “Yoldan çıkmaya vesile olan” olmak durumundadır, dahası zorundadır. Bu çerçeveden olarak, kalb hakikatinde bitişik ve iki zıd kutup halinde beliren ruh ve nefs kutubları, batında, yani derinliğine doğru insan keyfiyetinde iman ve küfür, zahirde, yani genişliğine doğru insan keyfiyetinde ise mümin ve kafir, iki zıd kutbun birleşmesi veya birleştirilmesine mani “Berzah”ta ise, yani “insanî hakikat”te ise Mehdi ve Deccal manasını mündemiçtir denilebilir. Yani Hak ve Batıl kutuplarından birinden birinin temsil makamı olarak bir zorunluluktur. Hemen belirtmek gerekirse, işte bu tür bir “zorunluluğun şuuruna varış”tır ki, hürriyeti de beraberinde getirir ve hürriyet, “Hakikate esaret” olarak mühürlenmiştir. Bu manada her bir insan, aslında ve “varoluş seyri”nde hürdür ve bu hürlük içerisinde anlam kazanan hayat da, “hayat, tercihlerden ibarettir” sözünün ifade ettiği mana içerisinde yerini, değerini ve izahını bulur.

 

“Hidayete eren” ve “Hidayete vesile olan” manasına Mehdi, kalb hakikatinde, yani batında ruhu, dolayısıyla da iman hakikatini, zahirde ise mümin kulu temsil etmektedir. Dolayısıyla da “Halife İnsan”ı da bihakkın temsil etmektedir. Allah’ın “Mudil: Yoldan çıkaran” isminin tecellisi halinde, mesela “Yoldan çıkan” ve “Yoldan çıkmaya vesile olan” manasına Deccal ise, batında nefsi, dolayısıyla da küfrün hakikatini, zahirde ise kafir kulu temsil etmektedir. Diğer bir ifadeyle de, “Aşağıların aşağısı” manasına “Belhümadal” olanı temsil etmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında, “Ruh kutbu”nu temsil eden insan için “Halife İnsan” veya “Allah’ın Hakîm Kulu”, “Nefs kutbu”nu temsil eden insan için ise “Ahbes-i Lain” veya “Kafir iken Yahudi olmak” manasına, “Yuda Nesebi” kavramları çok uygun düşmektedir.

 

Not: Yuda veya Yûda: Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ın havarilerindendir ve onu ihbar edip ihanet etmiştir. Yehuda veya Yuda Şem'un da denir. Hazret-i İsa Aleyhisselâm’ı 30 tane gümüş madeni karşılığında ele veren kişidir.

 

“Tohum ve ağaç” metaforu üzerinden bir misal verecek olursak, müesseseleşmenin çekirdeğinde yer alan “Fertte toplu topluluk hakikati” ve “toplumu meydana getiren müesseselerin en üst kuruluşu” halinde beliren Devletleşmek problemi, ilkin halli gereken bir problem olarak durmaktadır… Bu çerçeveden bakıldığında, fert, toplum ve devlet mefhumları, aslında su keyfiyeti üzerinden daha bir ayan olmaktadır. Öyle ya; su keyfiyeti yeri gelir buz, yeri gelir buhar ve yeri gelir akarsu şeklinde tezahür etmekle kalmıyor, içine girdiği kabın şeklini de kolayca alabiliyor. Çok açıktır ki, toplumu derinliğine ve genişliğine doğru temsil eden ferd, aynı zamanda “Halife İnsan” veya “Allah’ın Hakîm Kulu” olmak keyfiyeti üzerinden Devleti de bihakkın temsil etmektedir. Devletin “İnsan” metaforu üzerinden izah edilmesi boşuna değildir. Fert ve toplumu tek bir noktada cem eden devlet, -ki aslında ferdin derinliğine ve genişliğine doğru boyutunu da temsil etmektedir-, “Halife İnsan” veya “Allah’ın Hakîm Kulu” manası üzerinden bir tür “Halvet Der-Encümen”, dolayısıyla da “Kesrette Vahdet” manasını da mündemiçtir. Hiç şüphesiz ki, “Hilafet Devleti”, “Halife” üzerinden anlam kazanmaktadır. “Başyücelik Devleti” de “Başyüce” üzerinden anlam kazanmaktadır. “Kur’an idrakı”, dolayısıyla da “Şiir idrakı” üzerinden çerçevesi çizilen malum ruh ve fikir sisteminin mimarlarının “Fikirle çizilmiş suret” olarak belirdiği dikkate alındığında, Osman Bey’in Osmanlı Devleti’nde niçin “Kurucu İrade” olarak belirdiği hemencecik anlaşılır. “Devlet-i Ebedmüddet” manası üzerinden “Başyüce”nin şahsında “Bayücelik Devleti”nin niçin kıyamete kadar baki olacağını da buradan anlamak pek mümkün görünmektedir.

 

Not: “Hakîm, lûgatta “iyileştirmek amacıyla menetmek, düzeltmek, hükmetmek” anlamına gelen hükm masdarından sıfat olup “hüküm ve hikmet sahibi” demektir. Sözlük açısından hikmete verilebilecek çeşitli mânalara paralel olarak hakîmin anlamı da zenginleşmektedir. Kelimenin kökünde bulunan temel mânadan hareketle hakîmi “kendisini gerçek dışı bilgilerden ve nefsânî arzulardan alıkoyan, düşünce istikametine ve davranış selâmetine sahip bulunan kimse” diye tanımlamak mümkündür. Kelime Allah’a nisbet edilince “bütün sözleri ve fiilleri adalete, ilme ve teenniye (hilm) uygun olan” mânasını kazanır. Âlimler, zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilen hikmette ilim ve amelde yani fiilde erginliğin doruk noktasında bulunmayı temel anlam olarak kabul etmişlerdir. Buna göre hakîmin bir mânası “bütün nesneleri ve olayları en üstün ilimle bilen”, diğeri de “bütün tabiat nesnelerini âhenkli, sağlam ve sanatkârane yaratıp sürdüren” şeklinde ifade edilebilir. (https://islamansiklopedisi.org.tr/hakim--esma-i-husna)

 

İmam-ı Rabbani Hazretleri, “Nefs, kafirdir” buyuruyorlar. Kafir nefsin tam zıddı olan Ruh, Allah’ın kendi nurundan veya ruhundan, nefsinden veya nefesinden insana üflediğinden başkası değildir. İnsandan murad da işte bu ruhun ilahî nurla nurlandırılmasıdır. “Mümin müminin aynasıdır” temel ölçüsüne açılan büyük kapı! Allah’ın Esma-i Hüsna’dan olan bir isminin de Mümin olması ve buna nisbetle de Allah’a kulluk mertebesindeki insanın mümin olarak tavsif edilmesi!

 

 Not: “Lügatta “güven içinde bulunmak, korkusuz olmak” anlamındaki emn (emân, emânet) kökünün “if‘âl” kalıbından türeyen mü’min kelimesi “inanıp tasdik eden; başkalarının güvenli olmasını sağlayan, vaadine güvenilen” mânalarına gelir. Kelimenin esmâ-i hüsnâdan biri olarak içerdiği mâna da bu çerçevededir.” (https://islamansiklopedisi.org.tr/mumin--esma-i-husna)

 

Allah, kendinde olanı insana da vermiştir.  İnsanda “İlahlaşmak” veya “İlahileşmek” iştiyakının biricik müsebbibi olarak, mesela “varlıklar alemi” içerisinde insanoğlunun “Allah’ın Halifesi” olarak belirmesi, düzünden “Mehdiyyet”, tersinden ise “Deccaliyyet”, yani “fertte toplu topluluk hakikati”nin temsil makamı olarak beliren ruhun zahirde mümin/ruh, batında ise kafir/nefs olarak anlam kazanması bir yana, toplum nezdinde ise, “suret mananın aynı” hikmeti mucibince de, “Cem-i Ezdad”, yani “iki zıd mananın birarada bulunması” manasının zahirdeki görünüşünün tam karşılığı olarak mümin ve kafir olarak anlam kazanması, mevzuun lübbünü ele vermektedir. Bu çerçeveden olarak, mesela “Allah’ın iki parmağı arasında olan kalb” ve “kalb hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutuplarından birinden biri” manasını mündemiç olarak, yani “fertte toplu topluluk hakikatinin temsil makamı” olarak, zahirde mümin ve kafir olarak anlam kazanan “Hidayete eren” ve “Hidayete vesilen olan” manasına Mehdi, “Yoldan çıkan” ve “Yoldan çıkmaya vesile olan” manasına ise Deccal’in varlığı, esas itibariyle, “toplumun en üst kuruluşu” halinde beliren ve hak ve hakikatin temsil makamı olarak anlam kazanan “Devlet” mefhumunda yerini, değerini ve izahını bulur. “Şeriat, tasavvuf ve hakikat esprisini de bu çerçevede değerlendirmek icab eder. Yani, şeriatte seninki senin benimki benim, tarikatta seninki senin, benimki de senin, hakikatte ise ne seninki senin ve ne benim ki benim, hepsi Allah’ın hikmetinin tam manasıyla ayan olmasının hikmeti! Tıpkı, bütün kalplerin iki parmağı arsında olan Allah’ın kalp hakikatinde bitişik ruh ve nefs kutuplarından birinden birine yol vermesi ve yeryüzü hakimiyetinde ister kafir kul veya isterse mümin kulu galebe çalsın, hiç farketmez, sözkonusu olan sadece “La Galibe İllallah!” mutlak ölçüsünden başkası değildir.

 

Not: “Tek Dünya Devleti” veya “Yeni Dünya Düzeni” kurmak veya olmak kavgasında, mesela “İstikbâl İslamındır” mutlak müjdesine yataklık etmek manasına “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin teklif ettiği “Başyücelik Devleti”, -ki Mehdiyyet” ile de doğrudan alakalıdır-, ve “Arz-ı Mevud” hayali üzerinden  kurgulan “Yeni Dünya Düzeni” veya “Leviathan” düzenbazlıkları arasındaki savaşın (“Melhame-i Kübra”: Müslümanlar ile Yahudiler arasında Kıyamet öncesi vuku bulması haberi verilen savaş!) ne mana ifade ettiği buradan anlaşılsın!   

 

“Vahdet-i Vücud” ruh ve anlayış sisteminin kurucu iradesi İBNİ Arabi Hazretleri’nden mülhem “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fkir sisteminin “Kozmogenik Anlayış Sistemi” o dur ki, “Allah, bilinmeyi istedi ve severek ve isteyerek kendi nurundan Muhammedî Nur”u yarattı. Sonra bu Nur’dan tüm varlığı meydana getirdi!

 

İlahî Nur veya Muhammedî Nur. Yani, Tevhidî Nur veya Tevhid Nuru… Kozmogenik Anlayış veya Yaradılış Teorimize göre, her defasında dört parçaya ayrılan ve her biri dört parçaya ayrıldıktan sonra son parçasından tekrardan yaradılışa devam edilen “Muhammedî Nur”un sonuncusu “Kelime-i Tevhid Nuru”dur. İlki ise Allah’ın üzerine yemin ettikleri arasında yer alam Kalem’dir.

 

Evet; Kozmogenik veya Yaradılış Anlayış Teorimiz, bütün bir insanlığın varlıklar âlemindeki macerasına veya serüvenine, diğer bir ifadeyle de “Varolmak” veya “Ruh ve aklın seyr-i sülükü”ne de işaret eder. “Ruh ve aklın seyr-i sülükü”, büyük ölçüde “Varoluş” veya “Varolmak” kavramı üzerinden yerini, değerini ve izahını bulmaktadır. İBDA Külliyatında “Varolmak, “oluş”ta kendini idrak etmek” şeklinde tarif edilmiştir. (Kültür Davamız, sh. 66) İçinde yaşadığımız yeni zaman ve mekanda “Varolmak” veya “Ruh ve aklın seyr-i sülükü”, diğer bir ifadeyle de topyekün insanoğlunun varlıklar alemindeki macerası veya serüveni, kanaatimce, “Son ve Som Tevhidî Ruh ve Anlayış Sistemi” halinde, İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun şahsında tecelli eden “Berzah” hakikati üzerinden izahı mümkündür. Bizim temel kabulümüz bu yöndedir. Bu çerçeveden bakıldığında, bütün bir “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” Külliyatı, “Ahlâkî yüceliklerin tamamlanması” mutlak ölçüsüne sımsıkı bağlı bir şekilde, “Her an değişen ve gelişen eşya ve hadiseler” karşısında ruhun “Nasıl” tavrı ve aklın “Niçin” tavrına bağlı olarak, “tüm teferruatların kendisine bağlanacağı asıl” keyfiyetini de haiz olarak, ilmi, fikri ve hikemî tüm mevzularda “gerekli olan”dır. Bu manadan olarak, İBDA Külliyatı, “İnsan ve toplum meselelerinin halli” noktasında “Mevzuyla kayıtlı mahallî idrak” ve dahi “İnsanî verim şubelerinden bir şube” hâlinde beliren tüm mevzularda mebde ve mead manasını da mündemiçtir. Yani aranılan ve bulunulması gereken tüm mevzulara yataklık etmek!

 

Ben şahsen, Beden Terbiyesi Ve Spor mevzuunda yol almak hevesinde olan birisiyim. Bütün çabam, Beden Terbiyesi ve Spor mevzuunu “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin muradına uygun olarak, derinliğine ve genişliğine doğru meydan yerine taşıyabilmenin liyakat şartlarına ermek! Beden Terbiyesi ve Spor mevzuunda ilmî, fikrî ve hikemî bir muhteva zenginliğine kavuşmak! Diğer bir ifadeyle de, Beden Terbiyesi ve Spor mevzuunun “nasıl”ını ve “niçin”ini göstermek. İçtimaî hayatın tâli veya yardımcı unsurlarından biri olmasına rağmen, Beden Terbiyesi ve Spor mevzuunda etkin ve yetkin olabilmenin liyakat şartlarına ermenin ne denli büyük zorluklar içerdiğinin şuurunda olarak! Vesselam!

 

Osman Temiz

5 Nisan 2024, Eyüp Sultan, Rami / İstanbul

Yorum / YANIT