Karanlık Mod
Image
Logo

"Sporcu Ahlakı" Vesilesiyle Spor Felsefesi veya Spor Ahlakına Bakış

 

İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu tarafından İBDA Külliyat’ında sıkça dile getirilen bir terkibi hüküm: “Her dünya görüşü aynı zamanda ahlaki bir görüştür.”

 

Bu “terkibi hüküm”, birinci derecede “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin hem belirli bir “dünya görüşü” ve hem de “ahlaki bir görüş” olma vasfına ve de keyfiyetine delalet eder.

 

Popüler kültürün en popüler şarkıcılarından biri olan Nazan Öncel, yine popüler kültürün en popüler voleybolcularından biri olan Ebrar Karakurt vesilesiyle, atasından miras ve Hıristiyan-Yahudi batı kültür ve medeniyetinden devşirme laik ve tabiiki de Paganist ve de Kamalist devlet kültür hamulesini konuşturuyor. Diyor ki Öncel: “Kız çocuklarının okutulmadığı, kadınların eve tıkılmaya çalışıldığı günlerde gururumuzsun Ebrar.” (https://twitter.com/nazan_oncel/status/1681377212870557725?s=61&t=5eqolp3Lsf-wavmnrJ_dRA)

 

Kazın ayağı hiçde Nazan Öncel’in öngördüğü veya gösterdiği şekilde değil tabiiki de. Ama gel gör ki, Laik, Kamalist ve de Paganist yobaz psikolojisi sendromu, deve ve diken ikilemi çerçevesinde, harese tarlasında dikenli otlarla beslenmeye devam ediyor. Çaresi “tövbe-i nasuh”, yani “büyük tövbe” ama pek de şuurunda ve umurunda olunan bir şey değil! Ya nasib!

 

Spor, Sporcu ve Spor Ahlakı… “Olan”, “Olacak olan” ve “Olması gereken”…

 

Evet, mevzu başlığımız: “Sporcu Ahlakı” Vesilesiyle Spor Felsefesi veya Spor Ahlakına Bakış… Bu şekil bir başlık kullanmamıza sebeb teşkil eden çok özel bir durum, Voleybolcu Ebrar Karakurt’un sporcu kimliği veya ahlak problemidir. Gerçi, Voleybolcu Ebrar Karakurt üzerinden “spor ahlakı”ndan ziyade daha çok “sporcu ahlakı” konuşulmaktadır. Sporcuların ahlak anlayışları veya, duygu, düşünce ve irade tercihleri, muhakkak ki sporcunun ilkin kendisini, daha sonra yakın çevresini, devamında ise faaliyette bulunduğu müessese üzerinden bütün bir toplumu, en nihayet toplumun en üst kuruluşu halinde de bizzat devleti ilgilendirir. Her mevzuda olduğu gibi, spor ve ahlak mevzuunda da, ya “parçadan bütüne”, veyahut da “bütünden parçaya doğru” hükmü baki! Bilmek gerekir ki, genel ve özel ahlak, yani meslek ahlakı mefhumları birbirini çelici değil, tamamlayıcı bir keyfiyettedir.

 

Ebrar Karakurt, “iyi” oyunculuk kadar “cinsel tercih” olarak lanse edilen, ama özellikle de İslam kültür ve medeniyetinde sapkınlık ve de lutilik olarak mahkum edilen “lezbiyenlik” ile gündeme gelen bir voleybolcu. Karakurt, 12 yaşında VakıfBank spor kulübünde voleybola başlıyor. Takımında Pasör çaprazı olarak görev yapan Karakurt, soluğu 2021 yılında Türkiye kadın millî voleybol takımı ve İtalya takımı Igor Gorgonzola Novara’da alıyor. 2023 yılı itibariyle de, Rus takımlarından Lokomotiv Kaliningrad’da soluklanacağı konuşuluyor.

 

Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı üzere, Uluslararası bir voleybolcu olan Ebrar Karakurt, TC vatandaşı (Balıkesir doğumlu) olması hasebiyle, ilkin Uluslararası Sportif Müsabakalarda vatandaşı olduğu TC devletinin milli takımında kendisine yer buluyor. Başka ülke vatandaşı olduğu andan itibaren de, isterse o ülkenin milli takımında kendisine hemencecik yer bulabilir. Küreselleşen veya yuvarlaklaşan, amiyane tabirle ibineleşen dünyada işler bu şekil yürüyor, yürütülüyor.

 

Mevzuun popüler veçhesine değinmeden evvel, halihazırda modern spor ve spor ahlakı mevzuuna dair birkaç bir şey söylemek sanırım uygun olacaktır.

 

Herşeyden evvel Türkiye’de Voleybol müsabakaları, Türkiye Voleybol Federasyonu hasrında veya bünyesinde sevk ve idare edilmektedir. Türkiye Voleybol Federasyonu (TVF), 1958’de Voleybol-Eltopu Federasyonu adıyla kurulmuştur. 28 Ekim 2004 tarihinde de özerklik statüsü kazandırılmıştır. Türkiye Voleybol Federasyonu, Türkiye’deki tüm voleybol faaliyetlerinin resmi kurum ve kuruluşudur. Merkezi teşkilatlanması Ankara Türkiye Voleybol Federasyonu, Uluslararası arenada, Uluslararası Voleybol Federasyonu (FIVB), Avrupa Voleybol Federasyonu (CEV) ve Balkan Voleybol Birliği (BVA) spor teşkilatlarının resmî üyesidir.

 

 

Modern Spor dünyasında takım sporlarının en önemli branşlarından biri olan Voleybol’un Türkiye mümessili olan Türkiye Voleybol Federasyonu, misyon ve görevini şu şekil izah etmektedir: “Türkiye’deki tüm ulusal ve uluslararası voleybol faaliyetlerini düzenleme ve denetleme yetkisine sahip yegâne kuruluş olarak; okullar, kulüpler, basın ve tüm kişi ve kuruluşlarla iş birliği içinde voleybolun ülke genelinde sevilmesini, yaygınlaşmasını sağlamak ve Türkiye’yi uluslararası voleybol faaliyetlerinde en üst düzeyde temsil etmek.”

 

Hemen belirtmek gerekirse, yerli ve milli olmaktan çok uzak bir misyon ve görev üstlenen Türkiye Voleybol Federasyonu, esas itibariyle Hıristiyan-Yahudi Batı fikir ve yaşayışına göre yerini, değerini ve izahını bulan bir spor ahlak ve anlayışının, Müslüman Anadolu topraklarında kök salmasına hizmet etmektedir. Mevzuun derinliğine doğru bir tahlil, teşhis veya tespit sözkonusu olduğunda, karşımıza daha neler ve nelerin çıkacağı izahtan varestedir. Değil sıradan bir vatandaş, spor dünyası içerisinde yer alan çok kimsenin de bilmediği bir manzara ile karşı karşıya kalınacağı çok açıktır. Birazdan anlatacaklarım ne demek istediğimi daha bir ayan edecektir.

 

Halihazırda Türkiye’de tüm hayat, yani tüm hayatı sarıp sarmalayan iktisadi, hukuki, içtimai ve kültürel faaliyetler, “Pozitif Hukuk” çerçevesinde, başta Anayasa olmak üzere, kanun, KHK, tüzük ve yönetmelikler istikametinde şekillendirilmektedir. Örf ve adetler de cabası! Doğruya doru: Anayasaya aykırı herhangi bir kanundan söz edilemez. Tüm tüzükler de belirli bir kanuna dayandırılmaktadır. Tüm yönetmelikler ise kanun ve tüzüklerin pratiği olarak anlam kazanmaktadır. Türkiye’deki tüm sportif faaliyetler, son şekli itibariyle, mesela 2022 tarihli ve 7405 kanun nolu “SPOR KULÜPLERİ VE SPOR FEDERASYONLARI KANUNU” üzerinden sevk ve idare edilmektedir. Daha evvel 1986 tarihli ve 3289 kanun nolu “GENÇLİK VE SPOR HİZMETLERİ KANUNU”, ondan da evvel mesela 1938 tarihli ve 3530 kanun nolu “BEDEN TERBİYESİ KANUNU” üzerinden sevk ve idare edilmişti. Hemen belirtelim ki, “Beden Terbiyesi Kanunu”, cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra, kerhen de olsa tüm sportif faaliyetlerin sevk ve idaresinin emanet edildiği Türk İdman Cemiyetleri İttifakının (TİCİ) kanunlaştırılmış şeklidir, halidir. Cumhuriyetin kuruluşundan yaklaşık bir yıl evvel, işgal güçleri tarafından şekillendirildiği çok açık olan ve Selim Sırrı Tercan önderliğinde 1922 yılında kurulduğu ilan edilen TİCİ’nin nasıl kurulduğu, spor tarihi kitaplarından ayrıntılı bir şekilde takip edilebilir. Bu mevzu çok önemli bir mevzudur çünkü sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada tatbik edilen tüm modern sportif faaliyetlerinin de ana karakterini ele veren bir noktaya işaret eder. Sözkonusu sportif faaliyetlerin modern sporlar olarak ortaya çıkmasının başlangıç tarihi, dağılan veya dağıtılan İmparatorluklar yerine, kurulan veya kurdurulan ulus devletlerin tarih sahnesine çıkışı ile doğrudan ilişkilidir. Bunun da menşeinde 1789 Fransız İhtilali olduğu izahtan varestedir.

 

Yirminci Yüzyıl İmparatorlukların tasfiyesi veya çöküşü olarak kayda geçmiştir. Dağılan ve dağıtılan İmparatorluklar üzerine kurulan veya kurdurulan Ulus devletlerin milli ve yerli devletler statüsünde kabul görmesi, süreç içerisinde, “yeni dünya düzeni” olarak da farklı bir anlam kazanmıştır. Milli ve yerli yakıştırması dışında hiçbir şey veya şeylerinin yerli ve milli olmadığı gün gibi aşikar olan ulus devlerin yerli ve milli halklar karşısında sadece ceberut birer paravan rolü oynadıkları, bugün çok daha net bir şekilde anlaşılmaktadır. Mevzumuzla ilintili olarak şu kadarını söyleyelim ki, mesela Modern Sporların topyekün dünya üzerindeki hegemonyası, aslında, istikbalde kurulması hedeflenen “Tek Dünya Devleti” plan, program ve projesinin bir nevi prototipi keyfiyetindedir. Ne demek istediğimiz, birazdan daha net bir şekilde anlaşılacaktır diye düşünüyorum.

 

Yirminci Yüzyıla hakim rengini veren Ulus devletler, Modern Sporların tüm dünyada kabul görmesini ve kök salmasını sağladı. Şöyle ki, mesela “Uluslararası Olimpiyat Oyunları”, yeni kurulan Ulus devletler açısından büyük bir imkan olarak değerlendirildi. “Uluslararası Olimpiyat Oyunları”na katılmak, Ulus devletler nazarında, “Yeni Dünya Düzeni” keyfiyetini haiz “Uluslararası Sistem” ile doğrudan irtibata geçmek ve aynı zamanda bir prestij unsuru olarak değerlendirildi. Peki, sözkonusu “Uluslararası Olimpiyat Oyunları”na her isteyen Ulus devlet istediği şekilde katılabilir mi? Katılamaz! Çünkü; “Olimpiyat Oyunları”na katılabilmek için, “Yeni Dünya Düzeni”nin ana karakteri halinde, “Laik ve Demokratik” şartı yanında, “Uluslararası Olimpiyat Oyunları”nı düzenleme yetki ve sorumluluğunu “ilelebed” elinde bulunduran “Uluslararası Olimpiyat Komitesi” tarafından da tanınmış olmak şartı sözkonusudur. Dikkat edilsin, “üye olmak şartı” demedim, “tanınmış olmak şartı” dedim. Çünkü, “Uluslararası Olimpiyat Komitesi”, kendi üyelerini üye ülke olarak değil de, ülkelerin vatandaşlarından şahıs olarak bizzat kendisi seçmektedir. Seçilen şahıs, -ki bu durum, müstemleke ülkelerde tatbik edilen “Sömürge Valiliği” statüsüdür-, Ulus devletler tarafından “Uluslararası Ölimpiyat Komitesi”nin ülkelerdeki temsilcisi olarak kanunla tanınmak zorundadır. Bu tanıma öyle basit bir tanıma olarak değil, tüm modern spor faaliyetlerinin nasılını ve niçini ihtiva eden bir tanıma işlemi olarak karşımıza çıkmaktadır ki, modern sporların tüm dünyada bu kadar çok etkin bir şekilde kabul görmesinin de biricik sebebini oluşturmaktadır.

 

Tezgah şu şekil işletilmektedir: “Uluslararası Olimpiyat” komitesinin üye olmasını istediği ülkelerden seçtiği şahıs, ki bizim burada, henüz TC kurulmadan evvel seçilmiş bir şahıs olarak, mesela Selim Sırrı Tercan, “Uluslararası Olimpiyat Komitesi”nin “Türkiye Temsilcisi” olarak seçilmiştir. Seçilen bu kişinin şahsında, mesela “Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi” kuruluyor ve devlet de bu modern spor teşkilatını kanunla resmen tanımış oluyor ve tanıyor. Kanunla kurulmuş olan “Milli Olimpiyat Komitesi”, tıpkı ekonomideki “Merkez Bankası” ve Sağlıktaki “DSÖ” örneğinde olduğu gibi, “yerli ve milli” hiçbir değere sahib değildir. Sadece “Uluslararası Olimpiyat Komitesi”nin almış olduğu tüm kararları harfiyen ve kusursuz bir şekilde kendi ülkesinde tatbik etmekle yükümlüdür. “Sömürge Valiliği” statüsü yakıştırması boşuna değildir.

 

“Uluslararası Olimpiyat Komitesi”, “Uluslararası Olimpiyat Oyunları”na katılma şartını “Uluslararası Spor Federasyonları”na üye olmak şartı ile de doğrudan ilişkilendirerek, topyekün dünya sporunu iki koldan, yani teorik ve pratik olarak kendisine bağlamıştır. Her Ulus devlet, ilkin “Milli Olimpiyat Komiteleri” üzerinden “Uluslararası Olimpiyat Komitesi”ne, “Milli Spor Federasyonları” üzerinden de “Uluslararası Spor Federasyonları”na üye olmak şartını yerine getirmek zorundadır. Aksi takdirde, “Uluslararası Olimpiyat Oyunları” başta olmak üzere, “Uluslararası” nitelikteki hiçbir Modern Spor Faaliyetlerine veya Organizasyonuna katılmak mümkün değildir. “Üye olmak şartı”nın ne mana ifade ettiğini burada anlatmaya gerek yok sanırım. “Örgüt üyeliği” cezasından biline!

 

Evet, topyekün dünyada yüzyıldan fazla bir zamandır kesintisiz bir şekilde tatbik edilen modern sporlar, “Uluslararası Olimpiyat Komitesi”nin çerçevesini çizdiği bir spor anlayışı veya ahlakı üzerinden sevk ve idare edilmektedir. Mesela Türkiye şartlarında kanun, tüzük ve yönetmelikler çerçevesinde şekillendirilen tüm sportif faaliyetler, “Uluslararası Ölimpiyat Komitesi” ve buna bağlı olarak da anlam kazanan, “Uluslararası Spor Federasyonları” tarafından çerçevesi çizilen modern spor ahlakı veya anlayışını yansıtmaktadır veya yaşatmaktadır.

 

Hemen belirtelim ki, “Uluslararası Ölimpiyat Komitesi” ve buna bağlı olarak da anlam kazanan “Uluslararası Spor Federasyonları”, her şeyden evvel Hıristiyan-Yahudi Batı Kültür ve Medeniyetinin spordaki temel kurum veya kuruluşlarıdır. Tüm sportif faaliyet veya organizasyonlarındaki ahlak veya anlayışları da buna nisbetledir. Bunun gayet tabiiki de İslam ahlak ve anlayışı ile uzaktan yakından hiçbir alakası yoktur.

 

“Uluslararası Ölimpiyat Komitesi” ve dolayısıyla da “Uluslararası Spor Federasyonları”, “Olimpizm Felsefesi” üzerinden hareket etmektedir. “Olimpizm Felsefesi” denilen şey, “Uluslararası Olimpiyat Komitesi”nin “Kuruluş Metni”nden başkası değildir. 1894-1896 yılları arasında modern sporlarda “kurucu irade” olarak beliren “Modern Olimpiyat Oyunları” duygu ve düşünce sisteminin “kurucu iradesi”, Baran Pierre de Coubertin olarak kabul görmüştür. Coubertin, Hıristiyan-Yahudi Batı Medeniyetinin üç temel taşından biri olan eski Yunan kültürü’ndeki “Antik Olimpiyat Oyunları”ndan mülhem, “Modern Olimpiyat Oyunları”nın yeniden ihya ve inşasına tevessül etmiştir. Gelinen nokta itibariyle bu teşebbüsünde başarılığı olduğu çok açıktır. Bilindiği üzere eski Yunan kültürünün çok önemli bir faaliyet alanı olarak beliren “Antik Olimpiyat Oyunları”, eski Yunan’da “Tanrılar Tanrısı” olarak da tavsif edilen ve “Olemp Dağı” eteklerinde konuşlanan “Baş Put” Zeus adına ve onun huzurunda, Site-Devletleri arasındaki sportif müsabakalardan ibaretti. Dünkü Eski Yunan site-devletleri yerine ikame edilen bugünkü Ulus devletleri, “Yeni Dünya Düzeni” açısından fazlasıyla işe yaramıştır. “Sıfırcı Hoca” lakaplı Kurthan Fişek’in “Spor Yönetimi” isimli eserinde de vurguladığı üzere, “Uluslararası Olimpiyat Komitesi”nin “Uluslararası Olimpiyat Oyunları” üzerinden kurguladığı “Tek Dünya Devleti” modeli, yeni zaman ve mekanda maksadına ulaşmış gözükmektedir. Evet, dünden bugüne Modern Sporlar üzerinden kurgulanan “Modern Olimpiyat Oyunları”, “Tek Dünya Devleti” için adeta “Rol Model” olarak tasarlanmış ve sanırım gelinen nokta itibariyle de bunda başarılı olunmuştur. Başarılı olunduğu pek çok Uluslararası kurum veya kuruluşlar yanında, bugünkü DSÖ ve EXPO örnekleri üzerinden de çok rahatlıkla anlaşılabilir.

 

Bütün bu anlatımlardan sonra, popüler kültüre kurban edilmek istenen abidik gübidik tartışmalardan azade bir şekilde, acaba gırdabında boğulduğumuz tehlikenin bugün ne derece farkındayız? Spor, Sporcu ve Spor Ahlakı mevzuu hakkında adam akıllı konuşabilmenin ne denli derin ve derin olduğu kadar da ne denli geniş bir mevzu olduğu kimin umurunda?

 

Modern Spor faaliyetlerine iştirak eden ister Müslüman, ister Yahudi, ister Hıristiyan, ister Budist, ister Teist, ister Ateist, isterse katıksız birer Satanist veya Paganist olsun, hiç farketmez, tümü birden aynı “temel değer ölçüleri” üzerinden hareket etmekte ve bu da, “Uluslararası Olimpiyat Komitesi” tarafından çerçevesi çizilen “Olimpizm Felsefesi”ne bağlı olarak, “İyi Oyun” veya “Oyunu Kuralına Göre Oynamak” manasını mündemiç “Fair Play” kavramı ile izah edilmektedir. “Fair Play” kavramı, modern sporlar dünyasında “Spor ahlakı”na denk düşen bir kavramdır. Ortaya konulan oyun esas, usul, kural ve kaideleri istikametinde davranan tüm sporcular, ahlaklı sporcular olarak kabul edilmektedir. Bu da göstermektedir ki, kendisini “mutlak” veya “ilah” yerine koyan diktatör bir komitacı eşkiya ile karşı karşıyadır tüm spor dünyası ve de topyekün insanlık!

 

Modern Sporlar, modern dünyanın kurucu iradesi olarak beliren Hıristiyan-Yahudi Batı fikir ve yaşayışının kültürel bir unsurudur. Hıristiyan-Yahudi Batı fikir ve yaşayışı, “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminin tezi halinde, “Eski Yunan Kültürü, Roma Nizamı ve Hıristiyan Ahlakı”ndan müteşekkil bir kültür ve medeniyet olduğuna göre, aslında halihazırda kendisine tatbik imkanı bulan tüm sportif faaliyetler de, spor ahlakı açısından bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda, esasında aynı kültür ve medeniyetin “spor ahlakı” olarak anlam kazanmaktadır. Hal böyle olunca da, sözkonusu faaliyetlere iştirak ettikten sonra ayrıca belirli ve farklı bir “spor ahlakı” kasmaya gerek yok! Hele ki din ve iman, özellikle de İslam dini üzerinden herhangi bir ahlak kasmaya hiç mi hiç gerek yok! İslam, kendisine has ve hususi belirli bir kültür ve medeniyet teklif ettiğinden, gayet tabiiki de, içtimai ve kültürel bir faaliyet alanı olduğundan, sportif faaliyetler için de kendine has ve hususi belirli bir spor ahlakı teklif etmek istidadındadır. Hiç şüphesiz ki İslam, sporda esas, usul, kural ve kaideler cümlesini tayin ve tespit etmeye muktedir olduğu gibi, vazettiği “Temel değer ölçüleri” itibariyle de bunun nasılını ve niçinini izah etmeye muktedirdir. Bu mevzuda “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi, gerek tüm hayatı sarıp sarmalayan içtimai sistem, gerekse içtimai hayat içerisinde kültürel bir unsur veya faaliyet alanı olarak beliren spor, dolayısıyla da spor ahlakı açısından da tüm Müslümanlar için büyük bir imkan sunmaktadır. Bütün samimi Müslüman sporculara duyurulur!

 

Müslüman olup da modern sporlar dünyasında boy gösteren pek çok branştan pek çok sporcuya rastlanmaktadır. Kanaatimce bu sporcuların yapmış olduğu tüm sporlarda darü’l harb ölçüleri geçerlidir. Gerçi darü’l harb darü’l islam ile mümkündür. İşin ilginç olan yanı da şudur ki, halihazırda topyekün dünyada darü’l islam olan herhangi bir mekan, yani devlet sözkonusu bile değil. Gerçi şimdilerde, mesela Afgan mücahidleri tarafından kurulan “İslam Emirliği” bu mevzuda bir istisna gibi duruyor. Ama bu da bize göre, yani “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi açısından murada uygun bir çerçevede belirtmediğinden, tespitimiz hala geçerlidir diye düşünüyorum. Dolayısıyla da içtimai, siyasi, iktisadi ve hukuki faaliyetlerde olduğu gibi, tüm sportif faaliyetler için de mevcut durum tam bir belirsizlik belirtmektedir. Her önüne gelenin kafasına göre konuşmasının temelinde de işte bu tür bir statüsüzlük veya belirsizlik yatmaktadır.

 

Bu tür bir belirsizlik veya statüsüzlüktür ki, mesela Tekvando Milli Takım oyuncusu Kübra Dağlı, başaörtülü Müslüman bir sporcu olmasına rağmen, İslama nisbet veya “İslâm’a Muhatap Anlayış” davası mevzuunda kendisini hiçbir noktada yükümlü addetmiyor, görmüyor. Bundan dolayı da nispetsiz değerlendirmelerde bulunmaktan ar etmiyor, çekinmiyor. Çekinmesini, ar etmesini gerektirecek bir sebeb de görmüyor, göremiyor. Yok ki görsün! Güncel olması hasebiyle, mesela Voleybolcu Ebrar Karakurt vesilesiyle şu söyledikleri bu mevzuda çok önemli bir örnek teşkil ediyor.

 

Ebrar Karakurt’a kendince psikolojik destek amaçlı bir twetinde diyor ki Kübra Dağlı: “Sporcuların cinsel yönelim tercih ya da dini tutumlarını bir kenara bırakıp sadece başarılarını tebrik etmek çok zor olmasa gerek..”

 

Kübra Dağlı, Ebrar Karakurt’a niçin destek çıktığını başka bir twitinde daha etraflıca ve kendince daha bir sofistike bir şekilde izah etmektedir. Yaptığı açıklamanın mahiyeti, “Merdi kipti şecaat arzederken sirkatin söyler” darb-ı meselini hatırlattı!

 

Atılan bu twetler aslında İslami kesime bir nevi atar yapmak gibi bir izlenim de doğurmuştur. Bunu bilerek ve isteyerek, yani kasden yapmış olma ihtimali de çok yüksek gözüküyor, çünkü; mesela “Tekfur” olma hayali kuran Ekrem İmamoğlu ile birlikte vermiş oldukları “samimi” pozlar bunu teyid ediyor gibidir.

 

Benim derdim magazin içerikli dedikodu yapmak değildir elbet. Bütün derdim, Spor Felsefesi yapmak ve bunun ahlakı normlarına veya esas, usul, kural ve kaidelerine referans teşkil eden “iyi, doğru ve güzel” olana işaret etmek, yani “Temel değer ölçüleri”ne vurgu yapmaktır!

 

Spor Felsefesi, teori ve pratik, yani ilim ve amel veya niyet ve amel mevzuundan bağımsız olmadığı gibi, Spor Ahlakı veya Anlayışından da bağımsız değildir. Hayatı sarıp sarmalayan, insan ve toplum meselelerinin halline dair kendisini teklif eden “her dünya görüşü aynı zamanda ahlakı bir görüştür”. Hal böyle olunca da, belirli bir kültür ve medeniyet veya ruh ve fikir sistemi içerisinde, kendisine yer bulan herhangi bir spor kültürü veya anlayışı, aynı zamanda “ahlaki bir görüş” olarak da anlam kazanır.

 

Ebrar Karakurt, Laik, Kamalist ve de Paganist bir yapılanma olarak inşa edilen ve sonrasında kendisini laik ve demokratik bir yapılanma olarak ifşa eden bir devlette spor yapmaktadır. Bahse mevzu devlette ahlak, dolayısıyla da spor ahlakı, Hıristiyan-Yahudi Batı kültür ve medeniyetinden devşirme bir ahlaktır. Hal böyle olunca da, bahse mevzu kişinin sporcu kişiliği veya ahlakı kritik edilmeden evvel, üzerinde faaliyette bulunduğu devlet veya toplumun ahlak anlayışının kritik edilmesi gerekmektedir.

 

Ebrar Karakurt’un cinsel tercihini haklı olarak gayri ahlakı bulan islamcı kesim her nedense modern spor ahlakı veya anlayışını hiç mi hiç kritik etmek ihtiyacı duymamaktadır. Halbu ki, dünden bugüne İslam ahlak ve anlayışının dumura uğratılmasında modern sporlar, çok etkin bir şekilde kullanılmış ve bugün de aynı kararlılıkla kullanılmaya devam edilmektedir. Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl ve İBDA Mimarı Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun eserlerinde sıkça yer verdikleri şu teşhis veya tespit, içinde bulunduğumuz hastalıklı hali çok güzel bir şekilde izah etmektedir: “Cumhuriyetin en ziyade buğz edilmesi gereken yanı insanların idraklerini iğdiş etmiş olmasıdır.”

 

İğdiş olmuş bir idrak için “temel değer ölçüleri” mevzu dışıdır. Tıpkı hayvan keyfiyetinde olduğu gibi, zamanın içinde yaşarken zaman dışı yaşanan nefs endeksli bir hayat sözkonusu. Çünkü zaman şuura var. Şuur ise, biç şüphesiz ki idrak üzerinden suret kazanır. Suretin olmadığı yerde manayı ara ki bulasın! Öyle ya, “suretler olmadan manalar ebediyyen tecelliye gelmez.” Suret ve mana arasındaki ilişki, şuur ve idrak ile de büyük ölçüde örtüşür. Suretin mana ile aynı olduğu durumlar olduğu gibi, idrakin de şuur ile aynı olduğu durumlar sözkonusudur. Bir şeyin idrakında olmak aynı zamanda onun şuurunda olmak manasınadırda.

 

İslami kesimin anlamadığı veya anlamakta zorlandığı, daha doğrusu belki de hiç mi hiç anlamak istemediği temel bir sorun var ve bu sorunun halline dair hiç mi hiç acelesi yok gibi gözüküyor, maalesef! Efendiler! Çok açık ve seçik söylemek gerekir ki, İslam şeriatının, diğer bir ifadeyle de İslama nispetle teşekkül etmiş veya ettirilmiş belirli bir ruh ve fikir sistemi veya içtimai sistemin hakim olmadığı bir zaman ve mekanda, hayatı İslama göre yaşamaktan bahsedilemez. “Temel değer ölçüleri”nin İslamdan olabildiğince uzak tutulduğu belirli bir zaman ve mekanda hayatı İslama göre yaşamaktan bahsedilemeyeceği gibi, İslami bir spordan da bahsedilemez. İslami bir spordan bahsedilemediği yerde, İslami bir spor ahlakından da bahsedilemez. İslami bir spor yapmak gayesi taşımayan Müslüman bir sporcunun nasıl ve niçin spor yaptığı çok da önemli değildir. Halbu ki, Müslüman bir sporcunun İslamı hayata hakim kılmak diye bir derdinin olması kaçınılmazdır, zorunludur. Bunun nasılını ve niçinini mündemiç belirli bir ruh ve fikir sisteminin nerede düğümlü olduğunu arayıp bulmak da onun boynunun borcudur. Bizce bunun biricik adresi, “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sisteminden başkası değildir.

 

Demek istemem o ki, Ebrar Karakurt’un gayri İslami sporcu ahlakı kadar “başarılı” bir sporcu olarak faaliyette bulunduğu modern spor ahlakı da gayri İslamidir. Çünkü ahlak bir bütündür ve bölünemez. Hal böyle olunca da, tutarlı olmak adına karşı çıkılması veya kritik edilmesi gereken sadece Ebrar Karakurt’un gayri İslami ahlakı değil, topyekün müslümanlara dayatılan ve de yutturulan modern spor ahlakıdır ve bunun “temel değer ölçüleri”ni vazeden Hıristiyan-Yahudi Batı fikir ve yaşayışıdır. Bu da böyle biline!.. 

 

Osman Temiz

Temmuz 2023

 

Yorum / YANIT