Karanlık Mod
Image
Logo
SİYASET BİLMEZ AMA MAHİR

SİYASET BİLMEZ AMA MAHİR

Siyaset, belirli bir ruh ve fikir sisteminin duygu ve düşünce hamulesini toplumun genel fikir çerçevesine yerleştirme ameliyesi olarak da tarif edilebilir. Bu çerçeveden bakıldığında, sözkonusu ruh ve fikir zaman ve mekan hususiyetini dikkate alması gerektiği gibi, muhatabının bilgi, görgü, kültür, irfan ve idrak çap ve seviyesini de dİkkate almayı gerektirir.

İsmi ile müsemma olması beklenen Mahir Ünal’ın siyaset bilmez oluşu, Türkiye’deki siyaset arenasının genel geçer baskın özelliğidir. Ruh ve fikir sistemi, daha sarih bir ifadeyle belirli bir duygu ve düşünce sistemi veya dünya görüşü veya içtimai sistem, kısacası “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” örneğinde olduğu gibi her örgüsü tezatsız belirli bir “İdeolocya Örgüsü” yoksa eğer, siyaset yapmanın ne nasılına ve ne de niçinine nüfuz etmek, edebilmek mümkün olmaktan uzaktır.

Mevcut siyasi partiler bünyesinde siyaset yapanlar içerisinde bilgi, görgü, kültür, irfan ve idrak buudu itibariyle, özellikle de risk almak manasına samimiyet ve cesaret örneği bir kişi olarak gösterilebilecek Mahir Ünal, siyaset bilmezlik adına fevkalade yerinde bir örnek olarak da siyaset tarihinde yerini almış oldu!

Siyaset, çok sıcak bir alan ve çok defa ateşe maşa ile yaklaşmak gerektiriğini ihtar ediyor. Bu alanda top koşturmak, çok defa topun patlamasıyla sonuçlansa da, mahir olmanın ne kadar çok önemli olduğunu göstermesi bakımında da önemli! Peki yapılması gereken ne idi?

Bu soruya cevap vermeden evvel bir hakikati dile getirelim ve Mahir Ünal’ın hakkını da teslim etmiş olalım. Mahir Ünal, bir samimiyyet ve cesaret örneği olarak, siyasette risk alan bir kişi olarak kayda geçmiştir. Bundan dolayıdır ki, mesela siyaset sahnesinde onun eline su dökebilecek insan sayısı bir elin parmaklarını dahi geçmez. Mahir Ünal, söylediklerinde yerden göğe haklıdır. Çok da doğru söylenmiştir. Nitekim o doğrular daha evvel çokça dile getirilmiştir. Mahir Ünal’ın kritik edilmesinde malzeme olarak dile getirilmesi gerekenler tam da bu noktada anlam kazanıyor. Yani, siyaset sahnesinde bu doğrular, doğrudan mı söylenmesi gerekiyordu, yoksa ambalajlanarak mı söylenmesi gerekiyordu? Hem sonra, sözkonusu doğrular sana ait tespitler değil ki? Daha evvel çokça kişi tarafından dile getirilen tespitleri hem de hiç mehaz göstermeden dile getirmek, uygun siyaset olup olmaması ayrı mesele, herşeyden evvel ahlaki değil! Siyaset bilmezlik tam da böyle bir şey sanırım. Ama daha evvel de söylenildiği üzere, Mahir Ünal’ın söyledikleri baştan aşağı doğrudur ve bu doğrular daha evvel pek çok kişi tarafından dile getirildiğinden dolayı çok da kıymete değer değil. Mahir Ünal’ın yapması gereken şey, yaptığı hatayı da bizzat açık eden olarak, kendi görüşü olarak değil de, mehaz göstererek kamuoyuyla paylaşması şeklinde olmalıydı! Şöyle ki;

Malum olduğu üzere, Osmanlı sonrası süreçte olağanüstü durumlar sözkonusu oldu ve çok kısa zaman sonra da beklenmedik mallar pazara geldi. 600 yıllık İmparatorluk, Kemal Tahir’in de bir tespitiyle, bir mahalle bakkalının tasfiyesinden çok daha kısa bir zamanda, 6 ay içerisinde koca bir İmparatorluk tasfiye edildi. Edildi de ne oldu? Üstad Necip Fazıl’ın “Gençliğe Hitabe”sinde işaret buyurduğu veçhile, meâlen, Türk’ün madde planında kurtarılması ve sonrasında ise ruh planında helak edici bir devrin yolunun ardına kadar açılması! Bu helak edici devrin merkezinde dil devrimini koymak izahtan varestedir. Geothe’nin de bir tespiti halinde, “Bir millete yapılacak en büyük manevi suikast, onun diliyle oynamaktır!”

Evet, çağ açıp çağ kapamak da dahil, hiçbir düzen değişimi veya büyük İhtilal veya inkılap süreçleri, üzerinde operasyon yapılan toplumların diliyle hiçbir zaman oynamadı. Dile dokunmak akıllara dahi gelmedi. Bunun tek bir istisnası, zehirli altı okun zehirli uçları bütün bir toplumun ana arter ve sinir damarlara sapladıktan sonra, Arapça kasdiyle öz be öz Türkçe olan ve Arapça harfleriyle yazılan Osmanlıca’nın ilgası ve sonrasında ise, Türkçe ile uzaktan yakından alakası olmayan Latince harfleriyle yazılan Türkçenin yeni bir formda yeni bir dil olarak dayatılması hadisesi vuku bulana kadar!

Türkiye akademi camiası tarafından, özellikle de yakın dönem akademik oturumlarda sıkça dile getirilen malum tespitlerin kaynağında aslında Büyük Doğu Mimarı Üstad Necip Fazıl’ın bütün bir toplumu katmanlarının duygu ve düşünce dünyasına olan tesiri vardır. Üstad Necip Fazıl, dil devrimini de mündemiç olarak, sözkonusu altı okun bütün bir topluma yaşattığı travmanın mahiyetini ortaya koyarken söylediği, “Cumhuriyet rejiminin en çok buğz edilmesi gereken yanı idrakleri iğdiş etmiş olmasıdır.” şeklindeki söz mevzuun lübbüne işaret eder.

Yukarıdaki sözün sahibi Üstad Necip Fazıl, en ziyade dil devrimine dikkat çekerken, aslında onun bu tepkisi, kendisinin bir dil kurucu iradesine sahib olmasından kaynaklanmaktadır! Bunun sistem çapında meydan yerinde görünmesi ise, kendisini “Yürüyen Büyük Doğu” olarak takdim eden Mütefekkir Kumandan Salih Mirzabeyoğlu’nun İBDA fikriyatı ile olmuştur. Ne zaman ki “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi çakma ve eklektik mevcut sistem karşısında tıpkı bir paratoner gibi negatif enerji manasına bütün tepkileri üzerine çekti, fethedilen meydanda fatihçilik oynayan sürüsüne bereket tipitip meydan yerinde gözükmeye başladı. Birazdan aşağıda zikredeceğimiz isimlerin her biri kendi alanında uzaman isimler olmasına rağmen, mesela dil mevzuunda Ahbes ve hempası CHP’nin Cumhuriyet devrimleri adı altındaki faşist tutumu kritik edilmeye başlandı, tüm söylenenler sanki orijinal buluşmuş gibi servis edildi ve piyasada da pek itibar gördü! Bunlardan en dikkat çeken çıkışlar, ilkin Aytunç Altındal, onun tespitlerine kuyruk sallayan İsmet Özel ve onun gibi pek çok nal toplayıcı tipitipler ve sonrasında, Prof. Şaban Teoman Duralı ve dahi Mustafa Çalık gibi pek çok isim kanaat belirttiler. Çalık Hoca, dil devrimi hakkında, mealen, keşke bütün camileri yıksalardı da dile dokunmasaydılar diye hayıflanır. Meşhur 1789 Fransız İhtilalinde her şey tarumar edildi ama Fransız Akademisine hiç dokunmadığını, aynı şekilde Komunist Sovyet Rusya Devriminde Çarlık bütünüyle ilga edildi ama Rusça’ya dokunulmadığının altını çizer! En radikal eleştiri ise Duralı Hoca’dan geldi. Duralı Hoca dil devrimini “kültür soykırımı” olarak nitelendirir ve bütün bir toplumun alzaymır hastası olduğunu söyler ki yerden göğe haklıdır.

Şimdi bütün bu tespitler ortada iken, Mahir Ünal niçin bu tespitlerden yararlanmayı tercih etmedi? Aklına mı gelmedi? Peki danışmanları ne iş yapar? Siyaset bilmez oluşunu tam da bu sorunun cevabında aramak icab eder ve bu soruya ilkin kendisi, sonra da varsa danışmanları cevap arasın.

Bir Fransız edibin tespiti halinde, “Sabit olmayan ve her an değişen dillere ölümsüz bir eser emanet edilemez!” Bilindiği üzere Almanca, dünya dilleri arasında en kaba dil, Barbar dili olarak bilinir. İşte böyle bir dilin köklerine hiç dokunmadan, Alman İdealizminin kurucu iradesi olarak beliren Emanuel Kant öyle bir “üst dil üst mana” ortaya koydu ki, Almanca ile artık felsefe yapılabilir bir manzara ortaya çıktı! Bu mevzuun anlaşılmasında Reis’in, Mahir Ünal’ın ardından yaptığı son konuşma ziyade dikkat çekmektedir. Reis, mevcut Türkçe’nin çok kısır olduğuna işaret etmekle kalmadı, Türkçe ile felsefe yapılabileceğine ve bunun da eski Türkçe ile mümkün olabileceğine işaret etti ki yerden göğe haklıdır. Aynı zamanda ince siyaset diline güzel bir misal! Reis’in sözlerinin söylendiği şekilde kalmaması için bizim söyleyeceklerimiz şundan ibarettir:

Evet; dil devrimi sonrası Türkçe güdük bir dil olarak belirmesi hasebiyle bütün bir toplum açısından “idraklerin iğdiş edilmesi” manasına, insanımızı “alzaymır hastası” yapmıştır. İnsanımızı bu travmadan kurtaracak yeni bir dile, -ki bu dilin Türkçe olması bir zorunluluktur-, ihtiyaç vardır. Bu da “yeni insan yeni nizam” davet eden belirli bir dünya görüşü veya duygu ve düşünce sistemi veya içtimai sistemi davet eder ki bu mevzu, çok şükür ki “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi üzerinden vuzuha kavuşturulmuştur. Reis’in endişelerini de giderecek şekilde, Türkçe’nin kadim bir dil olarak yaşatılmasına ve bu dili yarınlara taşımasına en büyük katkıyı sunan “Yürüyen Büyük Doğu: İBDA” ruh ve fikir sistemi, tıpkı Kant’ın Almanca’ya olan katkısında olduğu gibi, insanımıza Türkçe felsefe yapmak imkanı vermiştir. Daha ne olsun!

 

Osman Temiz

2 Kasım 2022, İstanbul

 

Yorum / YANIT